Rabbim, uzun ömürler, sağlık ve afiyetler versin, Yavuz Bülent Bakiler’in ‘Anadolu Gerçeği’ şiirinin bazı mısralarını ödünç alıp bunları siyaset olsun diye kendi milletine ve milli değerlerine, Türk milletinin tescilli düşmanlarıyla aynı mevzilerden ateş edecek kadar gözlerini karartmış gafillere gözlerinin içine bakarak haykırmak istiyorum. İçlerinde bu topraklarda yaşamaktan kaynaklanan zerrece aidiyet duygusu kalmışsa, hatırlamalarına vesile olur da insani özlerine dönmelerine küçücük bir katkısı olur diye…
Bu toprağın sesine kulak vermek biraz insaf, iz’an, sabır, şefkat ve merhamet sahibi olmak; yurduna, milletine, töresine yaban olmamaktır. Bu toprağın sesine kulak vermek, onu Anadolu yapan ruhunu anlamaktır. Bu, ona tepeden bakmakla değil onun yanı başında, dizi dibinde nihayet onunla koyun koyuna olmakla olur.
Anadolu Gerçeği’nde şair işte bunu hatırlatır, sözün özünü sonunda söyler:
“Yalın ayaklarınla koştun mu tarla tarla
Duydun mu çıplak toprağın, çıplak insanın yasını
Ağlayan kadınlarla, ihtiyarlarla
Yaşadın mı bir yağmur duasını
Boz bulanık ırmaklarında çimdin mi?
Kulak verdin mi yürekten kavala, saza
Bir ipek seccade üstünde gibi, huzurla
Durdun mu toprakta namaza ?”
PKK denen terör örgütü canımıza, malımıza zarar veriyor; ormanlarımızı yakıyor, bir şey söylemiyorsun. Ermeniler balistik füzelerle Azerbaycan’da cephe hattına uzak meskûn mahalleri vuruyor, şehirleri, köyleri enkaza çevirip onlarca masum insanı katlediyor; çıtın çıkmıyor.
Bir tv kanalına verdiği demeci görünce ‘vay be!’ dedim herif anasının gözü! Bu ahval ve şerait içinde söylenebilecek en baba sözü nasıl da bulmuş? Tam isabet yani! Bakın nasıl tutturmuş hedefi:
“Başımızdaki en büyük musibet aile şirketine dönüşen bu iktidardır!”
…
Demek başkaca bir sorunumuz kalmamış…
Korona filan hikâye yani!
Terörle mücadele diye anlattıkları tam bir tuluat tiyatrosu!
15 Temmuz için de benzer şeyler söylemişlerdi hani.
Dışarıda ve içeride memleket yönetilemez olmuş. Komşularımızla ilişkilerimizi hepten bozmuşlar bu basiretsizlikleriyle!
Sonra…
Suriye’de, Irak’ta, Libya’da, Sudan’da daha bilmem nerelerde lüzumsuz maceralara kalkışıp ağrımayan başımıza çaput bağlamışız.
Burnumuzun dibindeki adaları silahlandırıp en uzun kıyılara sahip olduğumuz halde ayaklarımızı denize sokamayacağımızı söyleyenler de bizim beceriksizliğimiz sebebiyle böyle küstahlaşmışlar; yoksa aslında onlar gayet insancıl, cici çocuklarmış canım! Onlara kızıp da yorgan yakmaya kalkmak da neyin nesiymiş!
Daha fenası önemli konularda uyarılara kulak tıkamalarıymış.
Örnekse acayip ve garaip:
“Kıbrıs’ta kalıcı kalıcı çözüm Rumlara toprak vermekle olur!” Olay bu kadar basit! Ne diye bunca zaman ayak direyip de AB’ye girişimiz zora sokuyorlar ki!…
Her fırsatta Atatürk’ün ‘Gençliğe Hitabesi’ni okumalarına rağmen ‘şahsi menfaatlerini müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhid’ edebildiklerini haykıranları da o kadar dert değil!
…
Demek kala kala bir sorunumuz kaldı:
Bu siyasi iktidardan yani buldukları yeni moda söylemle ‘ bu aile şirketi’nden kurtulmak!
Pes doğrusu!
Tahlil budur! Stratejik derinlik denilen politik söylem ancak bu kadar güzel anlatılabilir!
Aferin!
Efendi…
Ben o kadar derinleri bilmem; ama bir şeyi biliyor ve muhterem şair Bakiler’den ödünç alarak söylüyorum ki:
“Kılığın kıyafetin sarmadı beni
Söylediğin türküler bizim türkümüz değil
Başka çeşmelerden doldurmuşsun tasını
Yüreğinde nakış yok, acı yok bizden
Bulutlar rahmetini kesmeden yavaş yavaş
İnsanlar selâmını esirgemeden
Savuş git içimizden...”
Selamların en güzeliyle…
H. Halim Kartal, 16 Ekim 2020