Biz Türklerin tarihe ve kültürümüze mal olmuş o kadar çok efsanesi var ki bu konuda binlerce araştırma yapılmış, kitaplar yazılmış, tezlere konu olmuş, efsanelerimiz bu yöntemlerle kayıt altına alınmışlar amatarihler boyunca sözlü olarak da dilden dile dolaşmış ve günümüze kadar ulaşmışlardır.
“Söylence ya da efsane, yıllarca gerçekten olmuş gibi kuşaktan kuşağa aktarılan öyküler... Söylencelerde anlatılan olaylar bazen gerçeküstü olabilir ama çoğunlukla gerçek olaylara ve gerçekten yaşamış kişilere dayanırlar.”
İster “hikâye” diyelim isterse de “efsane”, bunlardan önemli bir bölümü, genellikle aşk ve kara sevda ile ilgili olanlarıdır. Bunlardan; Karacoğlan Efsanesi, Leyla ile Mecnun Efsanesi, Ferhat ile Şirin Efsanesi, Kerem ile Aslı Efsanesi, Tahir ile Zühre Efsanesi en bilinenleri olarak sayılabilir.
Bugünkü yazımda bunlardan Tahir ile Zühre efsanesinden bahsetmek istiyorum.
Konya’mızın “Zührem” mahlaslı Hece Şairi Saliha Değirmenci Yavaş Hanımefendi’ninen son kitabının adı da “Tahir ile Zühre...” Esasen yazıma Tahir ile Zühre’yi konu etmemin sebebi bu eserdir.
Yayınından bu yana bir kaç aylık süre geçmesine rağmen pandemi sürecişartlarından dolayı kitap, elime yeni ulaşmış bulunmaktadır.
200 sayfaya sığdırılan bu hikâyeyi burada her yönüyle anlatacak ya da özetini çıkaracak değilim ama her sayfası şiirle, türküyle dolu, gerçek aşkın, edebin, kara sevdanın ne olduğunu anlatan bir kitap olduğunu söyleyebilirim.
İnsanın gerçek bir aşkı yaşaması halinde katlanamayacağı hiçbir zorluğun, hiçbir engelin olamayacağına dair etkili bir örnektir Tahir ile Zühre’nin aşk hikâyesi... Hatta bu yolda ölümün bile göze alındığı, bir içtenlikten söz edebiliriz.
Gerçek bir sevdanın, en önemli yanının ve kitaptaki asıl vurgunun da; “Tahir doğ, Tahir yaşa, Tahir öl!” vurgusudur. Biliyoruz ki “tahir” temiz demektir.
Kitapta beni en çok etkileyen bölüm; “Tahir’in bir sanduka içerisinde Beyşehir Gölü’ne bırakılması” hadisesidir.
Bu konuda;Mevlana Müzesi Müdürlerinden Mehmet Önder’in 1963 yılında Gençlere Bilgi Serisi:9 olarak çıkardığı “Konya Efsaneleri” isimli kitabının “Başlarken” bölümünde; “Biz, Konya Efsanelerini, efsanelerdeki hakikat paylarını bulmaya ve bunu tarihi olaylara bağlamaya gayret ettik. Herhalde ilerde bu konuyu etraflı şekilde inceleyecek olanlar, buradaki notlarımızdan faydalanacaklardır” diyerek 2020 yılındaSaliha Değirmenci Yavaş’ın kitabına ve benim yazıma, onun sözlerini konu edeceğimizi sanki sezinlemiş gibidir. Gerçi Saliha Hanım onun kitabı ile yazmış olduğu bu kitaptan sonra karşılaşmış. Ama kendi kitabında kullandığı; “Sanduka, Tahir ve Beyşehir Gölü” olayı, “Boş bir sandal, Tahir ve Beyşehir Gölü” şeklinde birebir uyuşmaktadır.
Zühre Tahir’in göle atıldıktan sonra kurtulduğunu haber alır ve saraydan Beyşehir’e doğru Kızılören’de konaklayarak yol alır. Beyşehir’deki kocaman köprüyü ve gölü görünce derin bir “ah!” çeker ve onun ahından göl kabarıp taşacakmış gibi olur.
“Babasının, dağlarda çobanlık yaparken her gece seyrettiği Çoban Yıldızı’ndan esinlenerek ona böyle hitap ettiği “Tahir ile Zühre” kitabının yazarı “Zührem” de bu olayların etkisiyle “Zühre” adına bir türkü tutturur.
Üfür üfür eser sabahın yeli!
Ayaktayım amma yüreğim ölü.
Dibine yandığım Beyşehir Gölü
Nerde benim çimen gözlü yiğidim?
Kayaya mı çarptı, kamış mı tuttu?
Yunus’un misali balık mı yuttu?
Dalgaların hangi kıyıya attı?
Nerde benim çimen gözlü yiğidim?
Kapının önüne kazan kosunlar,
Tahir’imi teneşirde yusunlar.
Hey, köprü üstünde yeşil yosunlar!
Nerde benim çimen gözlü yiğidim?
1980 yılında “Tahir ile Zühre” isimli eseriyle doçentlik unvanı kazanan Yozgat doğumlu Fikret Türkmen, Mehmet Önder’in kitabından faydalanarak, yine “Tahir’in boş bir kayığa konularak Beyşehir Gölü’ne atıldığını, daha sonra göl emiri tarafından bulunarak kurtarıldığını ve Tahir’in daha sonra saraya döndüğünü ve orada öldürüldüğünü” yazar. “Zühre’nin de orada ve Tahir’in kabri başında öldüğünü ve cenazelerinin Konya Meram’a taşındığından, orada kendileri için bir türbe yapıldığından” bahseder. Mehmet Önder de aynı olayı anlatır. Bu türbenin, Konya Meram’da Abdulaziz Mahallesi, Muzaffer Hamit sokağında bulunan Tahir ile Zühre isimli (Cami ve) Türbe olduğu kuvvetle ihtimaldir. Hatta Mehmet Önder kitabında; “bir zamanlar kazı çalışmaları yapıldığını ve iki adet sandukanın ve ayrıca bir erkek bir de bayan başlığının bulunduğunu” anlatmaktadır. Ancak şu anda türbenin içinde sanduka bulunmamaktadır.
“Tahir ile Zühre Camii ve Türbesi ‘nin Konya’da bulunduğunu kaçımız biliyoruz acaba?” Ancak yine de, böyle bir halk hikâyesinin Konya’yı yöneten idarecilerimizin mutlaka biliyor olduklarını düşünüyorum. Fakat, “bu hikâyeye yakışır etkinliklerin Konya’da neden yapılmadığını merak etmiyor da değilim” deyip yazımı noktalıyorum.
Şair Saliha Değirmenci Yavaş‘ın Tahir ile Zühre isimli eserine mutlaka ulaşıp okumanızı da hassaten tavsiye ediyorum.