banner202

banner203

BİST
ALTIN
DOLAR
STERLİN
EURO

banner176

Bugün 16 Mart 2020 Pazartesi… Hava iyice soğudu. Uzun zamandır kullandığım için ‘servis yolu’ diye adlandırdığım Kızılcalar Mezarlığı’nın batı tarafındaki yola bakan duvarı boyunca dizilmiş badem ağaçlarını gelinlikleri giyinmiş görüyordum birkaç gündür. İkindi namazından sonra yağmaya başlayan kar, ‘daha erken’ der gibi diğer ağaçlarla şenliğe başlayanlar arasındaki bu ayrıma şimdilik son vermiş görünüyor.

        Şu virüs belası yüzünden dünyanın tadı kaçıp gitti. Epeydir gündemi tek başına korona denilen bu mikrop meşgul ediyor. Savaşları ve bu zulümlerin neden olduğu göç dalgalarını bile çoktan solladı. Haber bültenleri, bilgilendirme mesajları, tartışma programları virüsle başlayıp, virüsle bitiyor. Köşe yazılarının değişmez konusu bu... Virüse yakalanan ünlüler, en fazla vakanın görüldüğü ülkeler,yayılma hızı, alınan tedbirler, karantina uygulamaları; maske, kolonya, temizlik malzemeleri ve gıda maddeleri temin etmeye çalışan insanların hücumuna uğrayan market raflarından görüntüler vesaire vesaire…

        Çok garibimize gidecek tedbirler de başladı. Cuma günü Diyanet İşleri Başkanlığı’nın risk gruplarına girenlerin Cuma namazını evlerinde öğle namazı kılarak eda edebilecekleri uyarısına bugün ikindi namazının ardından camilerde cemaatle namazlara ara verildiği şeklinde bir ikincisi eklendi. Başkanlık’ın aldığı kararı duyuran imama baktım, sesi titrekti. Haberi dinleyen ve bütün vakitlerde cemaatle olmayı hayatının olmazsa olmazı haline getirmiş az sayıdaki cemaat ömürlerinde ilk defa böyle bir olayla karşı karşıya olmanın şaşkınlığı ve üzüntüsü içindeydiler.

        Akşama doğru tipiye dönüşen kar kısa sürede her yeri tek renge dönüştürürken Haşmet Babaoğlu’nun 15 Mart günkü köşesinde ‘Altını Çizdiği Satırlar’da gördüğüm bir cümleyi hatırladım. Pazar yazılarında bunu gelenek haline getiren Babaoğlu dünkü köşesinde J. Saramago’nun Körlük adlı eserinden seçtiği bu cümleyi altını çizdiği satırların başına koymuş. Oldukça etkileyici bulduğum bu cümle şuydu: “Hepimiz susalım, sözlerin işe yaramadığı anlar vardır.”

Bazen susmak söylenen bir sürü sözden daha fazlasını ifade eder; lakin ne gezer!

         Vara yoğa konuşup, her konuda doğru dürüstbilgi sahibiahkâm kesmeyi nasıl olup da becerebildiğimizi anlayan beri gelsin! Otomatiğe bağlanmış gibi konuşabilenlerimiz olduğunu biliyoruz; hiç kimseyi dinlemediği daha fenası dinlemeye değer bulmadığı halde mecburmuş gibi bir an susuverse hayatının maçını kaybediverecekmiş gibi konuşan…

        Başımı sokağımıza her çevirişimde dışarıya ‘Elhan-ı Şita’ şairi Cenap Şehabettin’in “Kapladı her yeri derin bir sükûta karlar/ Ki semadan düşer düşer ağlar” dizeleri geliyor dilimin ucuna. Sessizlik… Şimdi sadece o konuşuyor ve düşünebilirsek bu hatırlatma müthiş!

        Hal diliyle bu anın hatırlattıklarının neler olabileceğini düşündüm. Her varlık yaratılış programına göre görevini hiç aksatmadan, sessiz ve şikâyetsiz işleyip duruyordu. Tabiat ayetleri işlerini göstererek veriyorlardı mesajlarını.

         Mesela…

        Önce bi sus ve adamakıllı dinle!

        Göklerde ve yerde her an nelerin olup bittiğine dikkat kesil!

        Onların var oluş amaçlarını gerçekleştirdiklerini mi düşündün…

        O halde sen de öyle yap!

        “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol!”

        Ve sadece yapman gereken işlerine odaklan!

        Her zaman “Sabır ve salatla Rabbinden yardım dile”

        Asla ümidini yitirme!

        Çünkü Allah, işine odaklanıp sabır ve kararlılıkla hareket edenlerle beraberdir…Diyorlar, diyorlar, diyorlardı. Biz ise yapmadığımız şeyleri söylüyor, sürekli suçu üzerine atacağımız günah keçileri arayıp duruyorduk.

        Ters giden bir şeyler vardı işte.

        Gökhan Özcan ‘Ters giden şeyler’ başlıklı yazısında özetle kanaat duygusunu yitiren insanın her şeyi tıka basa yese de bir türlü doyuramayacağı bir açlıkla hissiyle yaşadığını, satın aldığı hiçbir şeyle tatmin olmadığını.. hayatın biz kovaladıkça kaçan bir şey haline geldiğini, bu nedenle durmayı başımıza gelebilecek en büyük felaket olarak algılar hale geldiğimiz bir dönemeçte şimdi olduğu gibi, herhangi bir sebeple ‘hayatın bu körelten ritmi durduğunda’,‘Nasıl da ‘ne yapacağını bilmez’ oluyoruz hepimiz’ diyor, ‘ölmekten, sahip olduklarımızı yitirmekten korktuğumuzu’ ifade ediyor. Yazara göre asıl korkumuz‘şunca kalabalık içindeyken ıssızlaşabilen bir yeryüzünde çaresizce köşeye sıkışmak ve(kaçtığımız)gerçeğin gelip yakamıza yapışması...’

        Ne kadar doğru ve acı gerçekler bunlar!

        Rabbim akıbetimizi hayreylesin.

        Selamların en güzeliyle…

        H. Halim Kartal  17 Mart 20

       

Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.