Şehrin gürültüsünü, keşmekeşliğini, insanların ikiyüzlülüğünü değil birkaç yüzlülüğünü, ahlaksızlığını, gammazlığını, madrabazlığını, menfaatçiliğini, basit dünyalıklar için kaç takla attıklarını geride bırakıp, sarp dağlara tırmanan birkaç genç dağcı, zirvesine ulaşmak için yola çıktıkları dağın eteklerinde bir çobanla karşılaşırlar.
Dağlarda koyunları, keçileri ile koyun ve keçilerini korumak için en büyük yardımcıları olan candostu köpekleri ile tertemiz havada sessiz ve sakin bir halde çoban... Sadece kuş seslerinin olduğu, doğanın tüm renklerinin bulunduğu, çam kokularının ardıç kokularına karıştığı bir ortamda, özgürlüğün tadını çıkaran o çoban ile ayak üstü bir sohbet... Sohbete başlamadan önce, “ilerideki tepenin zirvesinde kendisine ait birköşk bulunduğunu ve kendilerini orada misafir edebileceğini” söyler çoban...
Filmlerde gördükleri ya da kitaplarda okudukları köşk algısı vardır gençlerin kafasında. Gençler o köşkü merak ederler. Bu dağların başına hangi zengin ve hangi akıllı bir köşk yaptırmış olabilirdi ki? Buralara köşk yapmayı düşünen bir zenginin köşkü de dillere destan bir köşk olmalı” diye düşünürler. “Kaç odası vardır, kaç hizmetlisi vardır, oraya ulaşımı nasıl bir araçla yapmaktadır?” gibi deli sorular dolaşır kafalarında. O köşkü hemen görmek isteği doğar içlerinde.
Ve saatler süren bir tırmanıştan sonra sözü edilen tepeye ulaşırlar. Ama görünürde ne köşk vardır ne normal bir ev, ne de oraya ulaşımı sağlayan düzgün bir yol... Böyle bir emare görünmemektedir şu ana kadar. “Çobanın yalan söylemiş olabileceği” gibi bir şüpheye düşerler önce...
O sırada, kendilerinden önce oraya ulaşmış olan çoban yanlarına gelir ve onları büyük bir çam ağacının ortalarına doğru bakmaya davet eder. Önce ne olduğunu anlayamazlar ama daha sonra ağacın gövdesine monte edilen bir merdivenin bulunduğunu görürler. Merdivenin en üst tepesinde ise yaklaşık on- on beş metre yükseklikte, ağaç dallarından müteşekkil derme çatma bir platformu fark ederler.
Çoban bir hamlede o platforma çıkar ve yorgunluktan dilleri bir karış dışarıya sarkmış olan gençleride bulunduğu yere çağırır.
Zar zor çıkarlar oraya... Çam ağacının mis gibi kokusu burunlarına, kuşların cıvıltıları kulaklarına doluşurken, gözleri aşağıdaki mükemmel manzaraya takılır. Doya doya seyrederler manzarayı.
Çam ormanının oluşturduğu, dağlardan aşağıya uzanan koyu yeşil renkleri, göz alabildiğine uzanan ovanın açık yeşil rengi, biraz ilerideki gölün mavisi bir birini bütünlemektedir. Tertemiz hava ve bu görüntüler yorgunluklarını bitiriverir. Akıllarına birden, masallarda anlatılan o köşkler geliverir.
Neden sonra çoban, dağcı gençlere döner ve der ki; "size bahsettiğim köşk işte burası. Doğrusu, dört duvarla çevrili hiçbir köşke değişmem ben burasını. Köşk dediğin insanın ruhunu okşamalı, huzur vermeli insana... Mutluluk yaymalı etrafa, sağlık, ferahlık, özgürlük sunmalı...Bazılarının zannettiği gibi insanın bedenini hapsetmemeli, ruhunu köle etmemeli, sağlığını bozmamalı."
Sizce de öyle değil mi? İnsana dayatılan modern hayatlar, içinde ne olduğu belli olmayan ne yediğinizi fark edemediğiniz gıda paketleri...
Köleliğin modern tanımlaması olmuyor mu bu durum?
Mutluluk sizce nedir, kendinize göre bir tanım oluştu mu zihninizde? Hala oluşmadıysa eğer sizde de bir sorun var demektir.
Hoşça kalın.