Harvard Üniversitesi’nde 1966, 2003 ve 2005’te geniş çaplı bir araştırma yapılmış. Deneyin adı Rosenthal.
İlkokulun ilk 5 senesini okuyan 18 farklı sınıftaki öğrencileri zekâ ve yetenek testine tabi tutmuşlar. Öğrencilerin % 20’sini üstün zekâlı ve üstün yetenekli olarak listeleyip sınıf öğretmenlerine bildirmişler.
Ertesi sene ve ikinci sene sonlarında yapılan zekâ ve yetenek testlerinde görülmüş ki bu % 20’lik gruptakiler, diğerlerine IQ testlerinde 10 ila 15 puan fark atmışlar, hatta aynı öğrenciler 3 sene sonra farklı öğretmenlerden ders aldıklarında bile seviye gelişimleri diğer öğrencilerden hızlı olmuş.
Buraya kadar bizi şaşırtan bir şey yok, değil mi? Şu detaya kulak verin:
Öğretmenlerine üstün zekâlı ve yetenekli olduğu bildirilen öğrenciler aslında rastgele seçilmişler, yapılan testler uydurmaymış.
Görmek istedikleri; öğretmenler öğrencilerin yüksek potansiyel sahibi olduğuna inandıklarında ne olacağıymış.
Sonuç çok çarpıcı gerçekten.
Öğretmenlerin destekleyici ve motive edici tavrı, öğrencilere özgüven aşılamış ve başarılı olacaklarına olan inançları hiç tükenmemiş.
Buna “kendini doğrulayan kehanet” de diyebiliriz.
Testin benzeri İsrail ordusu için de yürütülmüş ve kurmaca şekilde, komutanlarına yüksek potansiyelli oldukları bildirilen askerlerin uzmanlık testlerinde ve silah kullanmada gösterdikleri performans diğerlerine oranla daha yüksek çıkmış.
Üzerinde düşünmeye değer bir konu.
İYİMSERLİK VE BAŞARI
Amerika’da bir okul müdürü, deneme yapmak ister, sene başında öğretmenlerle toplantı yapar ve der ki:
“9-A sınıfını seçme öğrencilerden oluşturdum, derse giderken ve ders anlatırken dikkatli olun.”
Öğretmenler bu bilgiyi aldıktan sonra derse girerler. Sene gelir, geçer. Sene sonunda öğretmenler kurulu toplanır, okul başarısı değerlendirilir.
9-A sınıfı öğrencileri, fevkalade başarılı, öteki sınıftaki öğrenciler onlara göre oldukça düşük puanlar almış.
Müdür; arkadaşlar, aynı çatı altında, aynı öğretmenler, neden 9-A çok iyi, ötekiler başarısız diye sorar.
Öğretmenler bıyık altı gülerler, içlerinden biri; müdür bey, sene başında böyle bir şey söylemiştiniz, herhalde unuttunuz, der.
Okul müdürü herkesi şaşırtan bir şey söyler:
“O sınıfta seçme öğrenci yok, hepsini kura ile belirledim.”
Öğretmenlerden biri, o sınıfa performansı yüksek öğretmenler girmiş olmalı, der.
Müdür, onları da kura ile belirlediğini söyler.
Öğretmenler hem bir yıl boyunca kandırıldıklarına hem de başarının sırrını tahmin edemediklerine üzülürler. İçlerinden biri, müdürü başarıyı neye bağladığını sorar.
Müdürün cevabı şaşırtıcı değil:
“İyimserlik. Siz o öğrencilerin zeki olduğuna inandınız, derse girerken ona göre hazırlandınız, dersi özenle anlattınız. Not verirken zaten zeki çocuklar diyerek promosyonlu not verdiniz. Başarıyı iyimserlik doğurdu.”
“BİR DEV GİBİ, BİR DAĞ GİBİ DOĞRULACAĞIZ”
Müslümanlara iyimser ve ümitle yaşamak yakışır. Her geceyi Kadir her insanı Hızır bil derler atalarımız.
Ümitsizlik ve karamsarlık, beynin çalışma biçimine aykırı. İnsan ümit ettiği, istediği ve iyimser hareket ettiği sürece hedef belirler, program yapar, harekete geçer.
“Yeis (ümitsizlik) öyle bir bataktır ki düşme boğulursun;
Ümide sarıl sımsıkı, seyret ne olursun!
Azmiyle ümidiyle yaşar dünyada hep yaşayanlar;
Me’yus olanın (ümitsizin) ruhunu, vicdanını bağlar.
Sahipsiz olan bir memleketin batması haktır;
Sen sahip olursan bu vatan batmayacaktır!” diye haykırır aziz Mehmet Akif Ersoy. Hem de Balkan Savaşları olurken, yıkılış ve çöküş günleri yaşanırken. Bu beyitler millete güç ve ilham kaynağı olur. Bu millet silkinir ve İstiklal Savaşı’nı kazanır.
Ümitvar olunuz, şu İslam inkılâbâtı içinde en yüksek ve gür seda İslam’ın sedası olacaktır, der Bediüzzaman. Bu cümle yüz binlerce insanın hayata iyimser bakmasına ve hayatını yeniden inşa etmesine yol açmıştır.
“Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyiniz!” buyurur Rabbimiz.
Öyle ki ümit kesmek küfürdür.
Dünya neden Avrupalı, Amerikalı, Çinli, Güney Koreli için kalkınma ve geleceği fethetme dünyası; sadece Müslümanlar için gerilik, iç savaş, ölüm, kalım ve zillet dünyası olsun?
Hans, Abraham, Yakop ve Eva’nın sahip olduğu imkân, zekâ ve yeteneğe Hasan, İbrahim, Yakup ve Havva da sahip.
Bin yıl tarih yapmış bir milletin çocukları aptal ve yeteneksiz olamaz.
Yeniden dirilip yeniden doğrulacağız. İyimser olmalı, yüksek hedefler belirlemeli ve çok çalışmalıyız.
“BİR DEV GİBİ, BİR DAĞ GİBİ DOĞRULACAĞIZ!
YENİ BİR RUH DOĞACAK TOPRAĞIMIZDAN!
DÜNYA YENİDEN TANIYACAK BİZİ HEYECANLA!
BURMA BIYIĞIMIZDAN, KARA KALPAĞIMIZDAN!” der şair Yavuz Bülent Bakiler.