banner176

BİST
ALTIN
DOLAR
STERLİN
EURO

Söylediklerini dinlemeye, anlamaya çalışıyorum. Gördüğüm şey şu: Hakikati kendi tekelinde sanıyor; kendine çağırıyor. Bulunduğu yere bakıyorum en uç nokta. Daha ötesi yok, berisi de… Orayı korunaklı bir kale yapmış kendisi için. Bu kalenin burçlarından baktığı her yeri zorbalığın ve zulmün nefes alınamaz hale getirdiği diyarlar, oralarda debelenenleri de düşünme melekelerini yitirmiş zavallılar olarak görüyor. Başka değil!

        İstiyor ki hep o anlatsın, başkaları itirazsız dinlesin. Öyle ya, bir yerde hak yoksa orada sadece zulüm vardır. ‘Efendim, işler tam olarak istenildiği gibi olmasa da çizdiğiniz tabloda o dilinizden düşürmediğiniz hak ve hakkaniyetle birebir örtüşmeyen bazı noktalar var’ demeyegörün. Bunu seslendirdiğiniz anda bulunduğunuz yeri siz de görebilirsiniz. Burası da karşı tarafın uç noktasıdır. Üç cümle sonunda sürüklendiğiniz bu karşı noktada olan şudur: O ana masum bir iletişim aracı olan kelimeler,bu iki uç arasında hedefleri tam kalbinden vurmak üzere namludan çıkmış kurşunlar haline gelmiştir artık. Islıklaşan sesler savaşın habercisidir.

        Hâlbuki dillerimiz, renklerimiz, düşüncelerimiz farklı olsa da aramızda ortak doğrularımız, buluşma noktalarımız, huzur adacıklarımız olmalı değil mi? Yok işte!

        Ne zaman bir araya gelsek, sorunlarımızı sakin sakin konuşarak bilmediklerimizi öğrenip doğru bildiğimiz yanlışları doğrusuyla değiştirmek yerine muhatabımızı var gücümüzle bulunduğumuz uca çekmeye çalışarak tüketmeye çalışıyoruz enerjimizi. Konuşamıyor, tartışamıyoruz haliyle anlaşamıyoruz; çünkü çekişiyoruz. Çekişirken düşeceğimiz veya rakibimizi düşüreceğimiz yerin uçurum olduğunu görmüyoruz.

        Çekişip duracağımıza haklara saygı temelli sorumluluk bilinci gibi ortak doğrulara, huzur adacıklarına çağırsak birbirimizi mesela… Ama önce buluşabileceğimiz bu ortak doğrulara odaklansak, bunları arasak ve tabii ki anlaşsak…Aramakla bulunmaz mı? Ama bulanlar da arayanlar değil mi?

        Buluversek o hak zemini, buluşuversek ortak doğrularımızda!  

Küçük de olsa zıpladığımız zaman ayak basabileceğimiz bir adacık, birbirimizi güvende hissedeceğimiz bir esenlik yurdumuz olsa!

        Ama yok, olmadı ve olamıyor işte; çünkü hep o savruldukça savrulduğumuz ve çakılıp kaldığımız uçlardan yapıyoruz çağrılarımızı birbirimize!

        Ben bir uçtayım, sen ta karşı uçtasın. Aramızda uçurumlar, uçurumlar… Arada gidip gelen; ama hiçbir anlamı kalmayan boğuk sesler:

        Buraya gel!

        Asıl sen buraya gel!

        Gökhan Özcan 30 Ocak Perşembe günü yayımlanan ‘Aynaya Göz Kırpmak’ başlıklı yazısında bizi birbirimize yaklaştırmasını umduğumuz ortak noktaların kaybolduğundan bu nedenle de hayatı birbirimiz için çekilmez hale getirdiğimizden bahisle ayna tutmuş bakmayı unuttuğumuz yüzlerimize, selam olsun!

        “Hayatın hepimizi birbirimize karşı yumuşatması beklenen asgari müşterekler birer birer siliniyor. Herkes kendi içinde biriken öfkeye, nefrete, kötülüğe bir başkasını, başkalarını, ötekileri sebep kılarak meşruiyet kazandırma uğraşında...”

        İçimizde büyümesine izin verdiğimiz ‘kötülüğü başkalarından bilme’ lekeleri kalplerimizi öylesine karartıyor ki artık nereye baksak her yeri ve her şeyi kapkaranlık görüyoruz. Böyle bir atmosferde oluşan tabloda görünenler G. Özcan’a göre bakın nasıl:

“Öfkeyle yaşamak, her güne nefretle uyanmak, içinde durmadan kötülük biriktirmek, herkesten önce kişinin kendi insanlığını çürütüyor, kendi hayatını herkesten önce kendisi için günden güne ağırlaşan bir yüke dönüştürüyor oysa. Öfkelerimizin ateşli topları önce içimizde patlıyor. Nefretlerimizin zehirli okları başkalarına ulaşmadan önce bizi zehirliyor. Kötülükler, dışa vurduğumuzdan çok daha fazla içimizde kökleşiyor. Kendi bindiğimiz dalı kestiğimizi fark edemiyor muyuz? İçimizde kök salmasına izin verdiğimiz bütün bu kötülüklerle hayatı yavaş yavaş yok ediyoruz.”

Huzur adacıkları dediğim ortak doğrularda buluşmaya ihtiyacımız en az hava kadar, su kadar elzem hale geldi. Bu nedenle uyanıp kendimize gelmeliyiz biz ne yapıyoruz diyerek.

Şu tespite ve çözüm önerisine bir diyeceğimiz olabilir mi?

“Herkesin bütün mesaisini bir başkasının kötülüğünü yakalamaya harcadığı bir toplumsal hayatta iyiliği, güzelliği, inceliği yaymaya, yaşatmaya, güçlendirmeye, canlı tutmaya vakit kalır mı?Yapmamız gereken, belli ki yaptığımızın tam tersi... Bu zamanın kirini, karasını, zehrini hepimiz üstümüze başımıza bulaştırdık. Her geçen gün biraz daha kirleniyor, kararıyor, zehirleniyoruz. Kimse aynada kendine göz kırpmasın, hepimiz bu işin içindeyiz. Uyanıp kendimize gelmeliyiz.”

Yoksa…

“Yoksa asıl tahripkâr olan şey olacak, asıl büyük felaket yaşanacak ve insanlığımız fay hattı boydan boya kırılacak.”

Yahut insanlığımız çığ altında kalacak bulunduğumuz uçlara birbirimizi sürüklemeye uğraşırken!

Allah milletimize ve memleketimize zeval vermesin!

Selamların en güzeliyle…

H. Halim Kartal   06 Şubat, 20

Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.