"Türklerin Vatanı" anlamına gelen Türkiye’de bir Türk Evladı olarak doğmuş olmaktan memnunum şahsen.
Bu memnuniyetim; kendimden olanları, kendi soydaşlarımı, beğenmediğim özellikleriyle eleştirmeme engel değil elbette.
Türk Milleti olarak bizlerin, bütün iyi hasletlerimizin yanında, gerçekçi olalım ki; kıskançlık gibi, beğenmeme gibi, arkadan konuşma gibi, güzelliklere burun kıvırma gibi, bencillik gibi, yapılan bir şeye kulp takma gibi ve benzeri bir takım kötü huylarımız da yok değil maalesef.
"Elin oğlu" dediğimiz milletler, kendi çabalarıyla olsun, bir kısmı başkalarından ithal teknolojiler yoluyla olsun, tarihsel süreç içinde çok önemli icatlara imza atmışlardır.
Bu icatlar ilk zamanlarında çok ilkel görünümlü, basit düzenekli ya da daha az fayda sağlayan şekilde meydana gelmiş olabilir. Ancak zaman içinde geliştirilebilmişlerdir.
Bizler hep “hazıra konmaya” alıştırılmışız. “Üç maymunu oynatmışlar” bize sürekli olarak. "Görme, duyma, konuşma" demişler.
"Gönüllü pilav yemeye gitme" şeklinde bizleri cesaretsizliğe gark eden sözler uydurmuşlar mesela.
"Ne önden git ne arkada kal, orta yoldan hiç ayrılma" şeklinde renksiz bir görüntüye sahip olmamız öğütlenmiş mütemadiyen.
“Biz yapamayız, bizden olmaz” şeklinde umutsuzluk yaymışlar hep art niyetle yola çıkanlar.
Ancak umudu, hayali, çalışmayı öğütleyenler de olmuş bu arada. Nedense bizler hep tembelliğe daha sıkı sıkıya sarılmışız.
“Kalk, silkelen, kendine gel. Umutsuzluğa sarılma, umutsuzluk şeytandadır. Ümit etmek Allah’tandır.” Diyen Şems-i Tebrizi gibileri görmezden, duymazdan gelmişiz de,"o Gavur icadıdır, kullanmak günahtır" gibi laflar üreterek dini hassasiyetlerimizi de kullanarak ve korkular yayarak, Yüce Dinimiz İslâm’ı da işin içine katıp umutsuzluk yaymışlar ve bunda da oldukça başarılı olmuşlardır.
Ne zaman ayağa kalkmaya çalışsak, prangalar vurmuşlar ayaklarımıza.
"Üstlerine, amirlerine, patronlarına karşı mutlak bir itaat içerisinde ol, onların sözlerine karşı kesinlikle fikir yürütme, ne sorarlarsa ona cevap ver" diyerek pısırık bir neslin yetişmesine sebep olmuşlar. Bu öğütlemeler devletin kurumlarını bir örümcek ağı gibi sarmış, neredeyse bir prensip haline getirilmiştir.
"Üst haklıdır, astın haklı olduğu durumlarda da birinci madde uygulanır" şeklinde disiplin kuralları, kanunları ihdas etmişler.
Bir kitapta okumuştum. Olay, güya Mısır'da geçmektedir. "Binbaşı rütbesindeki bir asker, birlik komutanının makamına gider, kapıyı vurur içeri girer, selamını verir ve komutanın izin vermesiyle meramını anlatır. 'Komutanım ben öyle bir ayakkabı icat ettim ki, Nil Nehri’nin yani suyun üzerinden yürüyerek karşı kıyıya batmadan geçebiliyorsunuz' der. Komutan daha olayı yorumlamadan, üzerinde düşünüp merak bile etmeden, 'yıkıl karşımdan bire densiz, eğer o icat ettiğin şey faydalı bir şey olsaydı önce ben icat eder idim" der ve binbaşıyı huzurundan kovar.
Anlatılan olayın mekânının Mısır olarak sunulması beni oldukça gülümsetmişti. Mısır için de doğruydu tabi anlatılan hikâye ama ben "Mısır" lafzını duyduğumdaaklıma direkt olarak "Ankara" gelivermişti nedense…
Şimdi gelin siz böyle bir anlayışa sahip bir ülkeden, böyle yaşanan bir kültürden yerli araba üretilmesini bekleyin.
Lafı uzatıp başka mecralarda kulaç atmamak adına diyorum ki "hayal etmek hayatın yani gerçeğin planlamasıdır. Başlangıçta hayali bile mümkün görünmeyen bir iş ile ilgili, kişinin hayal etme cesareti bulması başlamasına, başlaması da bitirmesine kapı aralar. "Başlamak bitirmenin yarısıdır" sözü çokdoğru bir sözdür.
27 Aralık 2019 tarihinde görücüye çıkacak olan Milli Otomobilimizin;milletimize ve tüm insanlığa hayırlı olmasını temenni etmekle yetineyim. Yoksa bu cümleden sonra kuracağım her cümle siyasilerin ağzına sakız olmuş cümlelerle eş değer cümleler olabilir ve beni de sırf kurduğum bu cümleler yüzünden bir tarafa yamayanlar olabilir. Zaten siyasiler yüzünden halk arasında kullanılmasından korkulan ifade ve cümleler o kadar çoğaldı ki, “tebrik etmek”, “gurur duymak”, milleti millet yapan “tasa ve sevinçte ortak duygularla coşmak” fillerini bile işlemekten korkar olduk.
Sırf bu kaygıyla, "hayırlı olsun" demekten bile çekindiğimi itiraf etmeliyim ama kocaman bir “hayırlı olsun” demekten de kendimi alamıyorum.