banner202

banner203

BİST
ALTIN
DOLAR
STERLİN
EURO

banner176

Herkes biliyordu. Bilmek üstünlük gibi geliyordu belki. Ve ‘bilmem’ demeyi utanç saydı insan. Dolayısıyla ‘biliyorum’ demek bilgili olmakla eş tutulmaya başlandı. Asıl cehaletin kapısını böylece aralayıp çok bilir olduk. Herkes her konuda bilgi sahibi herkes her şeyi biliyordu artık. En bilmediğimiz konularda bile konuşmak için yarışır hale geldik. Bu bize iyi hissettiriyordu kendimizi ve iyi olmak da kötü bir şey değil, diyerek psikolojik sağlığımızı da öne sürüp cehaletimize kılıf da bulduk. Böylece ağır bir imtihan başladı. Bizler farkına varıncaya kadar gerçek bilenleri bir bir ittik elimizle. Sonra az bilenlerle çok bilenleri yarıştırdık. Az bilenlerin ağzı daha iyi laf yapıyordu. Popüler olan hangisiyse onu takip etmeye, onamaya, savunmaya ve reklam etmeye başladık. Bu gidişle heder olanın bilgi olduğunun farkına varmamız gecikti. Geç kaldık; anlamaya, sevmeye ve bilmeye geç kaldık. Bilginin değerine geç kaldık. Oysa bilmek kendi başına çok değerliydi. Bilmek için bilmek zor gelince yaptık bunları. Her şeyi ancak ayaküstü yapacak zamanımız kalmıştı. Çağ bizi bu hale getirdi, hiç zamanımız yok, diyerek, işin kolayına kaçtık… Yemeği bile terbiye etmeyi unutmazken gönlümüzü, aklımızı, hafızamızı ve bilme yetimizi terbiye etmeyi, onları zamanında doyurmayı ve bazen aç bırakmayı unuttuk. Çünkü sürekli koş diyen bir zamanın en hızlı koşmaya koşullanmış insanlarıydık ve İNSAN olmayı varabilmek ile sınırlandırdık. Oysa İNSAN olmak BİLMEYE ÇALIŞMAYI, yolda olmayı, terlemeyi, adımlamayı gerektirirdi. Sadece BİLMEK için BİLMEYİ… Bilginin peşinde olmayı, bilmeye adımlamayı… İşte bu ağır geldi çağın insanına. Çünkü bilmek birçok basamağı doğru terbiye ile kutsamaktan geçiyordu. Buna zamanımız olmayınca ayaküstü bilgiler, ayaküstü sevgiler, ayaküstü yemekler kolay gelir oldu… Unuttuğumuz bir şey vardı oysa, ham bilgi ile doydu sandığımız akıl ile gönül, olmadık yerde acıkacak ve insan durup dururken hayattan sıkılacak ve has bilginin değerini anlayacaktı…

İşte tam da şimdi oradayız. Yani ayaküstü olmayan her şeyi geri çağırıyor, bilginin değerini mertebelerini atlamadan geçenlerin bilebileceğini kabul ediyoruz. O vakit “herkes her şeyi bilmez” bilmek zorunda da değildir’i kabul edip bilmeyi ehline bırakmak gerekiyor. Zira BİLGİ kendi başına anlamlı ve değerlidir, bilmek için bilginin gerektirdiği yolları gerektiği şekilde geçenlere saygı duymak ve alkışlamak düşer bilmeyene…

Bilmek ki; İnsanoğlunun öylesine yapabileceği bir kıvam gerektirseydi, herkes bilir herkes yapar herkes kazanırdı. Oysa bilmek için değil, bilginin kendisi için insanoğlunun o sırlı yolları üşenmeden sıkılmadan ve ölçüyü bilerek geçmesi gerekir. Bundan sebep bilgi günümüz ölçümleri ile ölçülemeyecek kadar eski bir tat bırakır bu yolu gönlü ile yürüyenlerin damağında. İşte bu tadı bilenlerin bilgiyi saklaması ile bilmeyenlerin saklaması arasındaki farktan ibarettir; Bilen ile bilmiş gibi yapan farkı… Hasılı herkes BİLEMEZ, bilir gibi yapar ki bu da bilgiyi de bileni de öldürür. Bilgiyi yaşatmak insanı yaşatmaktır oysa!

Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.