Hikâyeyi yanılmıyorsam Can Okan’dan dinlediğimiz bir şarkının “Öyle sarhoş olsam ki bir daha uyanmasam” mısraındaki şiddetli arzuyu nihayet yaşama biçimine dönüştürmüş bir arkadaştan işitmiştim. Önce hikâyeyi arz edeyim:
İki kafadar buluşup bir meyhane köşesine atarlar kendilerini. Ortam tam istedikleri gibidir. Sözleri böyle mekânların ve daimi müşterilerinin felsefesi de demek olan şarkılarla coşarlar; içtikçe açılırlar, açıldıkça içerler. Sabaha yakın mekândan ayrılıp da sallana sallana evlerine dönerlerken ezanlar okunmaya başlamıştır. Hele önünden geçmekte oldukları camiden gelen ezan bir başkadır. Hoca öyle güzel okuyor ki etkilenmek ne, büyülenirler.
Kafayı iyice bulmuş iki kafadardan biri “Nasılsa sabahı bulmuşuz, şurada namazları kılıp öyle gidelim” deyince arkadaşı bu teklife hayır diyemez; şadırvana uğrayıp sallana sallana içeri girerler. Namaz başlamıştır. Hocanın sesi harikuladedir. Aynen ezanı okuyuşu gibi öyle güzel, öyle içli okumaktadır ki kendilerinden geçerler. Kafadarlardan biri bir an bu aşırı duygusallıkla camide imamın ardında olduğunu unutarak patlayıverir: Yaşşşalan hoca!
Hocanın okuduğu ayetlerden biri belki de “Sarhoşken ne dediğinizi bilmez haldeyken namaza yaklaşmayınız!” ayeti idi; lakin bunu hocanın ardında saf tutmuş insanlardan kaç kişi biliyordu? Bunu yani namazlarda okunan ayetlerin anlamını bilmeyi gerçekten önemseyenler olabildik mi?
Kur’an-ı Kerim’in anlamıyla buluşmak yerine her harfinin yerli yerinden çıkarılarak güzel sesle okunuşuna meftun olup devamında hoca yarıştırma lafazanlıklarıyla vakit öldürdük; çünkü ona ‘hayat kitabı’ olarak bakmayı ne öğrenebildik ne de öğretebildik. Bu durumda Kur’an’la ilişkimiz aynen yıllar önce merhum Mehmet Akif’in yerinde tespitiyle hayattan dışlanmış bir halde evlerimizin başköşelerinde süslü kılıflarında durmaya devam ediyor. Akif merhum “Süleymaniye Kürsüsüsü”nde ne demişti hatırlayalım:
“Çünkü biz bilmiyoruz dîni. Evet, bilseydik,
Çâre yok, gösteremezdik bu kadar sersemlik.
«Böyle gördük dedemizden! » diye izmihlâli
Boylayan bir sürü milletlerin olsun hâli,
İbret olmaz bize, her gün okuruz ezber de!
Yoksa, bir maksat aranmaz mı bu âyetlerde?
Lâfzı muhkem yalınız, anlaşılan, Kur’ân’ın:
Çünkü kaydında değil hiçbirimiz ma’nânın:
Ya açar Nazm-ı Celîl’in, bakarız yaprağına;
Yâhud üfler geçeriz bir ölünün toprağına.
İnmemiştir hele Kur’ân, bunu hakkıyle bilin,
Ne mezarlıkta okunmak, ne de fal bakmak için!”
Ne zaman birkaç hocanın bulunduğu bir ortamda bulunsam sohbetin bir ucu sağlam hafızlara, Kur’an başta olmak üzere, okuduğu mevlid veya kasidelerle meşhur olmuş hocalara uğramadan olmazdı. Öyle ki bunlar toplumda çok sevilen sayılan insanlardı; çünkü marifet iltifata tabi idi.
Hatim törenlerinin ardından alışık olduğum aşına olduğum bu kabil sohbetlerin bir benzerine şahit oldum geçen gün. Camiadan üç arkadaş çay ocağına yakın bir yerde oturuyor. Geçip gidemedim. Çaylarımızı yudumlarken söz dönüp dolaşıp hocalara geliyor. Ramazanlarda mukabeleler, hatimle kılınan teravihler, sesi güzel meşhurlar… Vakıa Akif merhumun dertlendiği sorunlarla aynı yerde olduğumuzu düşünüyorum. Derken emekli arkadaşlardan birinden ilginç bir hikâye dinliyorum. Hikâyesini naklettiği imamı tanıyordum, rahmet olsun, vefat edeli çok olmuştu.
Biraz asabi ruhlu olan hoca, Konya’da o zamanlar yeni açıldığı için meşhur bir cadde üçerinde bulunan yeni yapılmış bir camiye gider sabah namazı. İmamın hemen ardında durmak ister; lakin orayı neredeyse kendine tapulanmış gören bir hacı baba yerini bırakmak istemez. Kılığını hocaya pek benzetemediği yabancı, tekbir almaya hazırlanan görevliden ‘namazı ben kıldırayım’ diye ricada bulunur. İmam, misafiri kırmaz. Cübbeyi giyen bizimki ilk rekâtta dört sahife okur, ikinci rekâtta bakar ki vakit daralıyor; biraz azaltır. Namazın bitiminde hacı yorgunluktan ayakta duramayacak haldedir. Kısaca haddini bilmez adamdan intikam alınmıştır.
İşte o an hatırladım yukarıdaki trajikomik olayı.
Çaremiz Kur’an-ı Kerim’in anlamıyla buluşmak…
Baktım; ‘Kur’an-ı Kerim’in Anlamıyla Buluşmak’ Bilsam’da Ali Yiğit imzasıyla yayımlanan bir makalenin de adı. Onun da aynı derdin mustariplerinden olduğunu gördüm:
“Şimdi İsrail radyolarında bile Kur’an okunuyor, Müslümanlara ninni niyetine. Çünkü onlar da biliyor ki dinleyenlerin çoğu manasının kaydında olmaksızın onun cezbeden tilavetine kulak kabartacaktır. Kur’an’ın fert ve toplumlara yol gösteren, dünya hayatında insanoğluna rehberlik eden bir kılavuz değil de, okunuşu insanı cezbeden bir edebi şaheser, törensel bir kitap, bir ölüler kitabı, bir ucuz sevap kazanma kitabı olarak görülmesi, geleneksel din anlayışlarının en büyük sorunudur. Bu anlayışın hâkim olmasıyla Kur’an hayat sahnesinden koparılmış, indiriliş gayesiyle yakından uzaktan ilgisi bulunmayan alanlara terkedilmiştir.”
Kur’an’ın anlamıyla buluşup hayatlarımıza taşımadığımız sürece halimiz harap demektir.
Selamların en güzeliyle…
H. Halim Kartal 29 Temmuz 19