Sözüne güvenilir büyükler, genellikle imam ve cemaatten itibarlı kimseler gönderilirdi kız istemeye ve kural gereği büyüğe bırakılan söze “Allah’ın emri ve Peygamber’in kavli’ mukaddimesiyle başlanırdı. “Ne var bunda, gelenek aynen devam ediyor işte!” diyeceklere bir itirazım var.
Allah’ın emri denilerek başlatılan hayırlı bir işte tarafların Allah’ın emri ve Peygamber’in kavlinden ne anladıkları belli midir? Bu söz bir çeşit dolgu malzemesi midir? Allah’ı hesaba dâhil edeceklerine, atılacak her adımda O’nun razı olacağı şekilde hareket edeceklerine dair bir beyan mıdır? Hayatın her anını Allah’lı yaşama taahhüdü müdür?
Heyhat!
Allah’ın emri peygamberin kavli denilerek yola çıkanların ilk eşiği geçtikten sonra bakın bakalım gidilen yollara; oralarda Allah’ın emrinden, peygamberin kavlinden bir harf, bir hece bulabilecek misiniz?
Gelin arabalarının önüne ‘Evleniyoruz’, arkasına ‘Mutluyuz’ cümlelerini yazmak adet olmuştur. Ön tarafa yazılanda olmakta olanı haber verme bakımından bir problem yok; lakin kimi zaman takı töreninin ardından, kimi zaman da düğünden kısa bir süre sonra başlayıp aile mahkemelerinde son bulan huzursuzluklara bakınca aracın arka tarafa yazılan o çok iddialı cümleyi değiştirmek en azından moda tabirle güncellemek gerekmektedir diye düşünüyorum. Mesela ‘Evleniyoruz’- ‘Borçluyuz’ yahut ‘Evleniyoruz- ‘Yorgunuz’ veya ‘Evleniyoruz- ‘Ne olacağını bilmiyoruz’ şeklinde revize edilebilir bunlar.
Yaz ortasındayız. Baş döndüren bir düğün trafiği yaşanır memleketimizde bu aylarda. Müzik sesleri birbirine karışır, havai fişeklerle hızlandırır yaşanan coşkuyu. Nikâh masasında bu hayati sözleşmeyi hayata geçirmek üzere görevli memurun ‘Hiçbir etki altında kalmadan.. diye başlayıp falanı eş olarak kabul ediyor musun?’ sorusuna mümkün olan en yüksek sesle verdikleri ‘Eveeet!’ ler salonu dolduran misafirler üzerinde çok hoş bir etki bırakır. ‘Allah nazarlardan saklasın!’ denir, ‘pek de güzel yakışmışlar birbirlerine!’ denir, hayırlı olsun’ denir ve nihayet mutluluk dileklerinin ardından evli evinin köylü köyünün yolunu tutar.
İşin düğün-dernek-şenlik kısmından haberdar oluruz da aile mahkemelerinin kararını neden sonra bir tesadüf sonucu öğreniriz ve öğrenir öğrenmez artık işe yaramaz bir ‘eyvah!’ kelimesi fırlar ağızlardan çoğu zaman. Düğünde herkesin önünde birbirleri eşliğe kabul ettiklerini var güçleriyle haykıranlar ne olmuş da kimselere haber vermeden ipleri koparıvermişlerdir anlayamayız, sadece biraz şaşkınlık yaşar, üzüldüğümüzle karırız, o kadar!
Derdim şudur: Mademki Allah’ın emri ve peygamberin kavli denilerek atılıyor ilk adım o halde bunun içi doldurulsun, Allah’ın rızası gözetilsin. İşlerimizde Allah’ın rızasını gözetmeyeceksek hiç olmazsa sözlerimize dolgu malzemesi yapmayalım.
Dikkat çekmek istediğim şey toplumumuzda en sağlam yapı olarak bildiğimiz aile kurumunun temellerinin ciddi biçimde sarsılmasından kaynaklanan huzursuzluklardır. Bu ciddi yaramıza parmak basıp fer fert hepimizi başımızı iki elimiz arasına alarak düşünmeye ve çare aramaya sevk eden yazılar, haberler, raporlar da çıkıyor; lakin görüyoruz ki bu feryatlar pek cılız kalıyor.
Bu feryatlardan birini cep telefonuma genç bir dostumun gönderdiği mesaj sayesinde gördüm. Allah razı olsun. Ramazan Kayan’ın Milat Gazetesi’nde 08 Şubat 2019’da yayımlanmış ‘Modern zamanlarda Aile Açmazı’ başlıklı yazısıydı bu. Yazar en net çizgilerle dile getirmiş trajedimizi. Bir düğün mevsiminde panoramik bir bakışla bile olsa aile kurumu üzerindeki kara bulutlara dikkat çekmek için, göz aydınlığımız evlatlarımızın mutluluğunu hiçbir şey elemlere dönüştürmesin diye, yazarın benzetmesiyle ‘deprem kuşağındaki’ aile kurumuna dair farkındalığımızı artırır diye yazarın şu cümlelerini paylaşmak istedim:
“Ebede kodlanmış evlilikler yok artık! Her an bitecekmiş psikolojisi ile hareket ediliyor… Uyumsuz, umursamaz ve umutsuz… “Nerde ince ise oradan kırılsın” mantığı… Birlikte yalnızlıklar yaşanıyor… Güvensiz, doyumsuz, huzursuz…
Bugün kalpsiz bir dünyadan geriye kalan tek barınak, sığınak ve korunak; ailedir…
Yani ümmetin diriliş ve direniş karargâhı tüm hasar ve kusurlarına rağmen yine de ailedir… Ancak toplumsal hayatın temel taşı olan aile artık yerinden oluyor… Ailelerimiz deprem kuşağında, fay hattında bulunuyor. Zemin kaygan ve kırılgan... Her an göçebilir... Çözülen ve çürüyen evlilikler çözüme çok uzak... Yorgun ve yılgın erkekler… Kolu kanadı kırık kadınlar. Çocukluklarına doymamış yarım ve yalnız çocuklar… Analı – babalı ama yetim ve öksüzler…
“Eyvah”lı ve çok “vah”lı günlerden geçiyoruz.”
Güvensiz, doyumsuz, huzursuz…
Sonuç, herkes kendi hayatını yaşama derdinde…
Kendi başına buyruk… Ve de başıboş… Diğergâmlık yerini hodgâmlığa terk etti…
Şimdilerde iyi gün evlilikleri var… Zor ve kötü günde her şey bitiveriyor… Belki aynı evde ancak ayrı dünyaların insanları… Ortak mekânların, meskenlerin yabancıları… Sıcak bir iklim, içtenlikli bir atmosfer yok artık... Örselenen aşklar, yıpranan duygular, dumura uğrayan değerler… Yani durum vahim…
Modernizm ne mahremiyet bıraktı, ne de aidiyet…”
Allah’ın emri ve peygamberin kavli öyle mi?
Nerede hani?
Selamların en güzeliyle…
H. Halim Kartal 17 Temmuz 19