Ebrar, Arapça kökenli bir kelime olup, ?hayır sahipleri, iyiler, dindarlar, özü sözü doğru olanlar? anlamına gelir. Hem erkeklere, hem de kızlara verilen isimlerden biridir.
Ebrar-ı Şeş (Altı Hayır Sahibi): Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin?dir.
Ebrar, elektriksiz, susuz, yolsuz, telefonsuz, parasız, pulsuz, o zamanlar, kendi sakinlerinden başka, insanların adını bile duymadığı, Seydişehir İlçemize bağlı Oğlakçı Köyü?nde doğdu. O tarihlerde; dede, ebe (babaanne, nine, kocana) ve kaç tane çocuğu varsa hepsi aynı evde yaşarlardı. Oğullar, erkek kardeşler evlendirilir hep aynı evde barınırlardı. Aynı tarlada, aynı harmanda, hâsılı her yerde, her işi birlikte görürlerdi. Aynı mutfak, birlikte paylaşılır, aynı sofralarda birlikte yenilir içilirdi. O tarihlerde aynı yemek kabına, ?40 kaşık birden çalınırdı?.
Ebrar?ın ailesi çevrede ve köyde; ?Molla Hasanoğulları?, bir başka şekilde de ?Güççük (küçük) Hasan Giller? diye tanınırdı. O tarihlerde Ülkemizde özellikle de köylerde okuma yazma bilenlerin sayısı yok denecek kadar azdı. Molla Hasanoğulları?nın bütün erkekleri ise hem eski Türkçeyi (Osmanlıca) hem de Türkçeyi, o tarihlerde köyde okul bulunmamasına rağmen, okur ve yazarlardı. Köylülerin askerde ve gurbette olan bütün fertlerinin mektuplarını onlar yazar ve onlar okurlardı
Ebrar da, neredeyse 18 kişinin bir arada yaşadığı bir evde, 1956 yılında dünyaya gelmişti. Daha sonra üç büyük kardeşten oluşan aile, 1968 yılında ayrılarak üç farklı eve yerleştiler. Bu kardeşlerden en büyüğü Hamza Hoca, Baba Ocağı?nda kalarak, diğer iki kardeş Ramazan ve Muammer farklı evlere taşındılar.
Köyde okuma ve yazma konularındaki bütün ilkler Molla Hasanoğulları?nın evinde yaşanırdı. İlk mektepli, ilk liseli, ilk üniversiteli, ilk SSK emeklisi, ilk Bağkur emeklisi, ilk Emekli Sandığı emeklisi ve dahi nice ilkler hep Molla Hasanoğulları ailesinde yaşanmıştır. Şöyle demek de çok abartılı bir laf olmaz.
Molla Hasanoğulları; inançlı, itikatlı; bayrağına, toprağına, milletine, vatanına bağlı, Anadolu?nun aydınlanmasında, teknolojik gelişmelerin pratik anlamda kullanılmasında, kendi çapında önemli katkıları olmuş bir Anadolu Ailesi?dir.
Ebrar da bu ailenin bir ferdi olarak yine bir ilki başarıp, tabiri caiz ise; sıfırdan başlayarak, 30?un üzerinde işçi çalıştıran kendi çapında bir fabrikanın sahibi pozisyonuna gelen doğup büyüdüğü çevredeki yegâne insanlardan birisidir.
Hamza Hoca Ailesi, 1973 yılında Oğlakçı Köyü?nden İzmir?e göç eden üçüncü ailedir. Ebrar o tarihlerde 17 yaşındadır. O zamana kadar, köyde kâh çobanlık yaparak, kâh çiftçilik yaparak, kâh hamallık yaparak ailesine katkıda bulunmaya çalışmıştır. İzmir?e yerleştikten sonra, 17 yaşında bir genç iken, daha önceden tanımış oldukları bir demirci ustasının yanına çırak olarak işe başlamıştır. Ustasının işi, dövme demirden, ayakkabı kalıpçılığıdır. Bu iş gerçekte, adı kadar basit bir iş olmayıp, çok hassas ve teknik özelliklere sahip bir iştir. Aslında, 17 yaş, çıraklık için epeyce geç kalınmış bir yaştır. Ancak Ebrar, pratik zekâsı ve azmi sayesinde, altı yedi yıllık bir süre içinde işin inceliklerini öğrenmiş ve kendisinin bu işi yapabileceği kanaati oluşunca da 1979 yılında İzmir Yağhaneler semtinde küçük bir dükkân kiralayarak kendi atölyesini açmıştır.
Dükkân; bir adet körük makinesi, bir adet matkap, bir adet çekiç, bir adet balyoz ve üç beş parça hurda demirden ibaret bir yerdi. Dükkânının ismini de ?Arafat Sıcak Demir Atölyesi? koymuştu.
Oturdukları ev kiraydı. Dükkân kiraydı. Babası düşük bir ücretle özel bir şirkette gece bekçiliği yapmaktaydı. Bu arada kendisi de evlenmişti. Evin bütün yükü omuzlarındaydı. Henüz hiç müşterisi yoktu. Neredeyse sabahtan akşama kadar tabiri caiz ise ?sinek avlamaktaydı.? Zaman zaman, kazma, kürek, keser ve tütün iğnesi tamiratı ve imalatı yapmakta ama bu kadar işle geçimini sağlaması da imkânsız görünmekteydi.
Ben de o tarihlerde İzmir?de memurluk görevime yeni başlamıştım. Mesaimin haricindeki zamanın büyük bölümünü Ebrar Usta?nın atölyesinde geçiriyordum. Çünkü o benim amcamın oğluydu. Birlikte aynı evde doğup büyümemizden dolayı, babasına, yani amcama ?baba?, rahmetli cennet mekân, annesine, yani yengeme, ?ana? diyordum. Kendisine de ?abi? diyordum. Biz, bir ailenin aynı mesafedeki iki evladıydık. Ayrımız da yoktu, gayrımız da. O zamanki aile yapısı böyleydi. O zamanki saygı, sevgi, duygu bambaşka idi. Zamanımıza göre çok farklı duygusallıklar, birliktelikler vardı o zamanlar.
Ebrar Usta, aylarca bir tek kuruş kazanamadığı halde, o küçücük dükkânda çile çekiyordu. Orası Ebrar için bir ?çilehane? idi sanki. Ebrar, inançlı, itikatlı bir insandır. Elinde ne varsa, kendine lazımken bile başkalarına verebilen bir cömertliğe sahiptir. Hak için çarpan bir yüreği vardır. İnançları uğruna, imanı uğruna yapamayacağı fedakârlık da yoktur.
Uzun yıllar, karın tokluğuna o küçücük dükkânı ayakta tutmaya gayret etti. Asıl mesleği ayakkabı kalıpçılığı olduğu için esasen bu iş üzerine yoğunlaşıyor ama yapabileceği ne tür demircilik işi olursa da yapmaya gayret ediyordu. Ben de, teknik resimden hiç anlamadığım halde, farklı modeller çıkartabilmek uğruna tahta ve kâğıt üzerine çizimler yapıyor, kendimce ona yardım etmeye çalışıyordum.
Dövme demirden yapılan ayakkabı bıçakları, yerini kısa sürede, modern teknolojiye uygun olarak gelişen, çelikten yapılan ve ithal malzemeden oluşan ?saya kesim çelikleriyle? yapılan kalıplara bıraktı. Ebrar Usta da yakinen bu gelişmeleri takip ediyor ama maddi imkânsızlıklar, hem dükkânını değiştirmeyi, hem de bu yeniliklere ayak uydurmayı güçleştiriyordu.
Çevresindeki herkes tarafından sevilen bir kişi olan Ebrar Usta için herkes bir çıkış yolu arıyordu. İlk önce Yağhaneler?de bulunan dükkânın, daha merkezi bir yer olan ve İzmir Ayakkabı sektörünün de kalbi olan Mezarlıkbaşı?na taşınması fikri doğdu. Elbette dükkânın oraya taşınması, kirasının da birkaç misli artması demekti. Bu çekinceler içinde dükkân 1989 yılında Mezarlıkbaşı?na taşındı. Orada yine türlü sıkıntılar içindeyken yavaş yavaş hareketlenmeler de görülmeye başlamıştı.
On yıl kadar da mesleğine burada devam ettikten sonra, yeni kurulan Işıkken Ayakkabıcılar Sitesi faaliyete geçmişti. Bu sektörde ilerleme sağlayabilmek için oraya taşınmak gerekiyordu. Türlü sıkıntılar içerisinde boğuşurken, azmin zaferi denebilecek gelişmeler de yaşanıyordu. Sıkıntılardan yılmayıp, ısrarla mesleği ile ilgili gelişmelerin üstüne giderek 1997 yılında Işıkkent?te üç katlı bir dükkân kiraladı ve oraya taşındı. Teşebbüs ruhu ve azmi, artık ?Osmanlı usulü? çalışmaktan vazgeçmeyi gerektiriyordu. Be meyanda bu sektördeki teknolojik gelişmeleri takip etmek için birkaç kez, dünyanın ayakkabı sektöründeki öncü ülkesi olan İtalya ve diğer Avrupa Ülkelerinden, Yunanistan, Arnavutluk ve benzeri ülkelere ziyaretler yaparak, oralardaki bilgisayar teknolojilerinin aynısını kendi işyerine ithal etti.
Bir zamanlar sabahtan akşama kadar kömür karası ve kömür tozu yutarak dükkân kirasını dahi karşılamakta zorlanan Ebrar Usta, şimdi 30?un üzerinde işçinin ekmek kapısı ve kendisine ait olan bir dükkana, servis araçlarına, özel otomobile, kendisine ait eve, kafasını dinleyebileceği ve mini bir hayvanat bahçesi görümündeki ve her türlü sebze ve meyveyi içinde barındıran mükemmel güzellikte bir bahçeye sahip olan bir işadamı durumuna geldi.
Ebrar Usta?nın mutluluk duyduğu en güzel eylemlerin başında, kendisini ziyarete gelenleri, o güzel bahçede ağırlamak ve onlarla orada sohbetler etmek gelmektedir. (Buradan, bana olan borcunu da hatırlatmış olayım.)
Ebrar Usta, şimdi 85 yaşındaki babası Hamza Hoca, 30 civarında işçi ailesi ve kendi ailesi ile birlikte; hem iş hayatında, hem de özel hayatında; ?ABS Bıçak San. Tic. Ltd. Şti? sayesinde mutlu ve mesut bir hayat sürmektedir.
Bu başarı öyküsünün en önemli sebepleri ticaret yapmayı düşünen ve elan yapmakta olan herkesin düsturu olması gereken ve Müslüman Türk Milleti?nin de hasletlerinden olan, aynı zamanda Ahi?lik kültürüne de uygun olan; ?şefkatli, merhametli, adaletli, faziletli, iffetli ve dürüst; içi, dışı, özü, sözü bir olmak, hakkı korumak? şeklinde özetlenebilir.
Bir batılı iş adamı Robert Bosch şöyle diyor: ?İtibarımı kaybetmektense servetimi kaybetmeyi göze alırım.? Ebrar Usta, bu prensibi benimseyip, esnaflık ve ticaret yapan herkese de örnek teşkil edebilecek bu anlayışı, ticari ve özel yaşantısında da bire bir uygulamaya çalışmış ve çalışmaya da devam etmektedir.
Allah Ebrar Usta gibilere ne kadar çok verir ise onlar da, etraflarındakilere o kadar çok verirler. Hem maddiyatlarını verirler, hem de gönüllerini sonsuza kadar açarlar.
Ebrar Ustam! Kim, senin hakkında ne düşünüyorsa, Allah onları bildiği gibi yapsın. Muvaffakiyetini de daim etsin inşallah.
Tayyar YILDIRIM