banner176

BİST
ALTIN
DOLAR
STERLİN
EURO

20. Yüzyılın başları teknolojinin son sürat ilerlediği, insanların üstesinden gelemeyecek hiçbir sorun olamayacağına inanmaya başladıkları, hatta artık dinlerin bundan sonra gereksiz olduğu ve Allah inancının yer küreden silinip gideceğini iddia edenlerin           ( Materyalizmin) çoğaldığı bir dönemdir.

            Çağlar öncesinde Tanrılık davasına kalkışan Firavun?u denizde boğan İlahi irade 20. yüzyılda insanoğlunun günden güne artan kibrine aysberg ( denizlerdeki buz dağı ) aracılığı ile bir nokta koyacaktır.

            Titanik 20. yüzyılda insan elinden çıkmış en büyük, en gösterişli bir gemidir. Herkes onun batmaz, sarsılmaz olduğuna inanır. Fakat yola çıkışından dört buçuk gün sonra bir aysberge çarpar.

            Görkemli bir filmi de çekilmiş,  birçok dalda ödüller almış olan Titanik?in trajedik serüvenini Hekimoğlu İsmail?in ? İlimler ve Yorumlar ? adlı eserinden okuyalım:

            ? 14 Nisan 1912 yılında dünyanın en büyük seyahat gemisi olan Titanik, Avrupa?dan hareket ederek Amerika?ya ilk seferini yapıyordu. Vapurda iki bin kadar insan vardı. Yolcuların ekserisi zengin, tahsilli ve asilzade kimseler idi. Yol uzun, gemi geniş, eğlenmek için her türlü imkân hazırdı. Gemi o kadar emin yol alıyordu ki denizlerin derinliği yolcuları ilgilendirmiyordu bile. Ayrıca büyük Titanik?in mürettebatı da büyük oluvermişti. Civardaki gemilerden yapılan ikazlara Titanik?in telsizcisi adeta azarlayarak cevap vermiş: ? Ben New York?la konuşuyorum. Haberleşmemi kesme!? demişti.

Saat gece 12?ye 20 vardı. Geminin baş tarafındaki nöbetçi birdenbire bir beyaz hayaletle karşılaşmış gibi oldu. Gözlerini ovuşturup bir daha baktı, evet bu bir buzdağı idi. Hemen telefonun mandalına basıp bağırdı:

-          Aysberg tam önümüzde? Aysberg tam önümüzde?

İçerde yolculardan kimi kâğıt oynuyor, kimi içiyor, kimisi de şarkı mırıldanıyordu. Kız arkadaşıyla konuşan gençler de vardı. Dans için vakit geçmişti. Daha ziyade akşam yemeklerinden sonra dans faslı hemen başlar, gemi yoluna devam ederken kadınlar erkeklerle sarmaş dolaş çılgın gibi eğlenirlerdi? Zaten çokları için bu, bir yolculuk değil eğlence idi.

Makine dairesine verilen kumandalar çanlardan belli oluyordu. Fakat bu hal gemicileri ilgilendirirdi. Yolculardan uyanmayanlar bile vardı.

Kaptan ? Stop? emri verdikten sonra arkasından ? Tornistan? ( Geminin geri gitmesi) edilmesini istedi. Evet hafif bir sarsıntı duyulmuştu. Bu sırada kamara penceresinin önünden beyaz bir buzdağı geçti. Oyun oynayan milyonerlerden biri garsona işaret etti. Garson koşarak geldi, iki kat oldu:

-          Buyurun efendim?

-          Neden durduk?

-          Önemli bir şey olmasa gerek. Şimdi hareket ederiz efendim.

Milyoner papazı attı ve sigarasından bir nefes daha çekti.

Geminin buz dağına çarpması çok hafifti. Zaten gemi çarpınca durmamış, yoluna devam etmişti. Gemiyi kaptan durdurdu. İşte o çarpma anında geminin altı bıçakla kesilmiş gibi boydan boya yırtılmıştı. Titanik zor şartlar içinde idi.

Şu hal gösteriyor ki teknik ne kadar ileri giderse gitsin, insan faktörü ihmal edilecek şey değildi. Teknoloji maddede ilerlemeyi sağlıyordu. En iyi cihazlar, silahlar ve makineler yine insanın eline verilmeyecek mi? Öyle ise insan da en iyi duruma getirilmelidir ki büyük kayıplar önlenebilsin.

Artık sular motor dairesine doluyordu. Telsiz devamlı ?S.O.S.? veriyor, yardımcı çağırıyordu. Bununla beraber Titanik?in batmayacağı inancı herkeste hâkim idi. Bu kocaman ve modern gemi, batmazdı ve batamazdı.

Fakat sular haram malın sevgisi gibi geminin kalbine dolmaya başlayınca, geminin hali kalmamıştı. Saat 12?yi 20 geçe sandallar denize indirilmiş ve kadınlarla çocukların sandallara binmesi emredilmişti. Kadın kocasından, evlat babasından ayrılmak istemiyor, birbirlerine sarılıp, hıçkırıyorlardı. Tayfalar şiddet hareketine başvurmak zorunda kalmış, bir an evvel yolcuları kayıklara almaya çalışıyorlardı. Çünkü felaketin büyüklüğünü yolcular değil, gemiciler bilirdi.

Tek teselli vardı: ?Titanik batmaz!? deniyordu. Ayrıca etraftaki gemilerden: ? Hemen geliyoruz.? haberi gelmişti? Mürettebat zorla yolcuları kayıklara bindiriyor ve ayrılık feryatları yükseldikçe, geminin batacağına herkesin inanacağı geliyordu. Sanki akıl: ? Bu gemi batmaz!?derken içten gelen bir ses: ? Elveda!? der gibiydi. Kaptan soğukkanlılığını kaybetmiyordu. Zaten Avrupa?nın en tecrübeli kaptanıydı. Kaptan güvertesinden haykırıyordu:

? Telaşa kapılmaya ve korkmaya gerek yok. Bu bir tedbirden ibarettir. Sabah kahvaltısını beraber yapacağız, diyordu.

Öte yanda bavulunu alamayan, almak istemeyen canını kurtarmanın çaresine bakarken sevdiklerinden ayrılanların feryadı ve hıçkırıkları kaptanın konuşmasını duyulmaz hale getiriyordu. Birdenbire hava fişekleri atılmaya başladı. Bunlar geminin yerini gösteriyordu. Gelmekte olan gemilere işaretti.

Hava fişeklerinin atılmasını gören 6 numaralı sandal yolcuları, hemen açılıverdiler. Hâlbuki sandala 35 kişi daha almaları gerekirdi. Böyle yapmalarının sebebi: ?Yolcumuz az olsun ki biz kurtulalım.? gibi bencil düşünceleriydi. Gemideki su seviyesi durmadan yükseliyordu. Gemiciler artık bir şey yapamaz duruma gelmişlerdi.

Milyonerlere ait olan bir numaralı kayık da diğeri gibi 12 kişiyle ayrılmıştı. Bu çok acı bir durumdu. Çünkü 28 kişi daha almaları gerekirdi. Fakat kesesini dolduranlar vicdanını boş bırakmış ve kalplerini karartmışlardı ki başkalarının ölmesine razı olabiliyorlardı. Geminim baş tarafında üç kişi, birbirine sarılmış duruyordu. Bunlar ana, baba ve evlatlarıydı. Birlikte ölmeyi kabullenmiş ve hallerine razı olmuşlardı. Kadının mücevherat dolu çantası, erkeğin evrak valizi ve çocuğun oyuncakları? Hepsi gemide kalmıştı. ? Birlikte gidelim.?dediler?

Saat bir buçuktu. Hava fişekleri en işlek yollardaki arabalar gibi gidip geliyordu... Bir yandan da sandallar indiriliyor, sandallara atlamak isteyen erkeklere ateş açılıyordu. Sandaldaki bir kadın tekrar gemiye döndü. Kendisine el sallayan kocasının elini tuttu:

-          Birlikte yaşadık, birlikte?

Diyerek başını göğsüne kapattı ve onlarda öylece sessiz kaldılar. Dil konuşmuyor, kalplerde susmuyordu. Saat ikiye çeyrek var. Sabah çok uzaklarda olan bir sevgiliydi. Artık ondan da ümit kesildi. Belli ki bu gecenin sabahı olmayacaktı. Geminin burnu ağır ağır sulara gömüldü. Pervaneler havaya kalktı. Hoparlörlerde caz parçaları çılgınca çalıyor. Her tarafta ışıl ışıl elektrik lambaları yanıyor. Titanik büyük bir idam sehpası oldu. İçinde halen 1500 kişi vardı. Hepsi idama mahkûm gibi idi. Ölümü kabul etmeyenler, dünyadan ayrılmak istemeyenler, dostlarını bir daha göremeyeceğini sananlar bağırıyor, dizlerini dövüyor, yerlerde yuvarlanıyor fakat gemi yavaş yavaş sulara gömülmeye devam ediyordu. Bütün bu feryatlar ölümü istemeyenler bütün bu çırpınışlar ölümü öldüremiyordu.

            Herkes acı gerçekle yüz yüze. Beklenmeyen ölüm aniden kapıyı çaldı. Bazılarının inanmadığı öteler âlemi yakına geldi. Dünyası iyi olanlar için ölüm oldukça kötü idi.   

Birden bire hoparlörlerde ilahi çalmaya başladı. Yolcuların çoğu her şeyden ümidi kesmiş olarak bağırdılar:

-          Sana yaklaşıyoruz Allahım!

Bütün kapıların kapandığı anda, açılan büyük kapı?

2?yi 18 geçe elektrikler de söndü. Bu karanlık, ah bu karanlık herkesi ürpertmiş ve titretmişti. Artık isteyen kendini mezarda sanabilirdi. Fakat ? Ölüm nasıl bir şeydir? Nasıl öleceğim?? diyen beyinler az değildi. Aynı anda geminin arkasında koşuşan gölgelerden bazıları suya atladı. Buz gibi suda yüzüp Atlas Okyanusu?nu aşıp, sahile çıkacaklardı. Can bu, tatlı idi.

            Sonra birdenbire gemi ikiye bölündü ve sulara gömüldü. Nasıl kurtulduklarını bilmeyen fakat kendini suyun yüzünde bulanlar yakınlardaki kayıklara çıkmaya çalıştıklarında onların kafasına kürekle vuruldu ve insanlar, can kurtarması gereken insanlar insan kanı akıtarak yaşamak için, belki de bir kötü ihtimali önlemek için denizi kana boyadılar.      ( Titanik kazasında ölmeyenler bir gün geldi öldüler. Hem de yataklarında. Çokları da ölmeden evvel öyle hallere düştüler ki ölümü mumla arayıp bulamadılar. Bazıları: ? Bu adamın işleri neden bu kadar kötü gidiyor?? derken, o, kürekle ezdiği kafaları hatırlıyor ve susuyordu.)

            Saat 2?yi 20 geçe bir vapurun ışıkları göründü. Artık zamanında gelmeyen yağmur nasıl kıtlığa sebep olursa, bu da öyle idi. Fakat sandallardakiler sevindi.

-          Kurtulduk!

Diye haykırdılar, sevinç gözyaşları döktüler. Bir deniz kazasında kurtulanlar, hayatta onları bekleyen binlerce felaketten kurtulmuş sayılmazlardı ya... İnsan, insan için kurt olmuştu. Kurtulmamız gereken en büyük felaket bu idi. Lakin kim bunu bilecek ve insanı, insana kimler dost edecekti?

Şafak sökerken bindikleri gemilerden etrafı seyreden yolcular birbirlerine:

-          İşte bizi batıran aysberg budur!

Diyorlardı. Ahlakı batıranlar, gemiyi batıran aysbergden şikâyetçi idi.

Aysberg hiçbir şey yokmuş gibi kendi halinde sessiz sedasız bekliyordu. O, bir külli kanun emrinde idi. Külli kanunlardan, külli kanunları koyandan haberi olmayanlar, her zaman bir çığlıkla uyanır ve bir başka uykuya geçmek zorunda kalırdı.?    

 

-          Selam ve dua ile.                                

Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.