banner176

BİST
ALTIN
DOLAR
STERLİN
EURO

Bir Fransız atasözünde denir ki:?Her şey üstüne üstüne geliyorsa belki de sen tersine gidiyorsundur.?

 

        Tersine gitmek deyimi Türkçe sözlükte şu şekilde açıklanmış: (bir iş veya durum) tersine gitmek:
 1) istenildiği gibi gerçekleşmemek, iyi sonuç vermemek; 2) bir işten veya bir durumdan hoşlanmamak.

 

        Doğrusu, ülkemizde yüz yılı aşkın bir süredir devam edip gelen kimi sorunlarımızı her ortamda sürekli tartışır dururuz da, arada bir irkilircesine dönüp  ?Biz nerede hata yaptık? diye ciddi bir özeleştiri yapma becerisini gösteremeyiz ne yazık ki! Yapabilirsek, tam da bizi ve bizim gibileri anlatmak için söylenmiş olabileceğini idrak edebileceğimiz bu sözün, her bakımda hayati bir öneme sahip olduğunu ve bu nedenle de üzerinde iyice kafa yorularak gerekli derslerin çıkarılması gerektiğine inanıyorum.

 

        ?Su akar yokuşlardan hep basamak basamak

        Benimse alınyazım yokuşlarda susamak? diyen Üstad Necip Fazıl rahmetliyi dertli dertli söyleten modernleşme çağdaşlaşma çabalarımızdaki bu tersine gidişimiz olabilir mi? Bilmiyorum; lakin bizde bir şeylerin ta baştan ters gitmeye endeksli olduğu konusunda hemfikir olmayan az çıkar her halde.

 

        Kimi zaman gidişatımızın herkeslerden farklı oluşunu yahut bir işin bilerek ters yapıldığını, yolunda yapılmadığını ?Eller gider Mersin?e, biz gideriz tersine? atasözüyle şiirsel bir kalıba dönüştürdüğümüz bile olmuştur.

 

         Sorunun temelinde en kestirme, en kolay yollardan zahmetsizce geçerek hak etmediğimizden fazlasını elde etme hastalığımız yatıyor bana göre; çünkü başkalarının kendi koşullarına ve kendi kültür değerlerine göre büyük mücadeleler vererek buldukları çözümleri biz taklit yoluyla kullanmaya kalkıyoruz. Bir şekilde edindiğimiz bu hazır elbise doğal olarak bedenimize uymuyor, uymadığı için bir türlü içimize sinmiyor, içimize sinmediği için de bu elbise içinde kendimizi huzurlu hissedemiyoruz. Bu huzursuzlukla yaşarken akledip de yapabildiğimiz tek şey ilk fırsatta bu beladan kurtulmak oluyor. Kurtulur kurtulmaz, uzaktan pek şirin gibi gördüğümüz bir başka elbisenin derdine düşüyor, bile isteye girdiğimiz yanılgılar girdabında dönüyor dönüyoruz.

 

        Şimdi gündemimizde yeni bir anayasa var. Siyaset dünyamızda bu konuda bir hareketlilik görülüyor. Bunun için her bakımdan elverişli şartlar bulunduğu belirtiliyor. Umarız onca kavgadan sonra yapılacak olan anayasa, bazı maddeleri Roma Hukuku?ndan, kimi maddeleri İtalya?dan, kimileri İsviçre?den veya bir başka ülkenin yasalarından devşirilme bir ucube olmaz da kendi ülkemizin, kendi renklerimizin uyumu olan, herkesin ?güzel? diyebileceği, bir metin olur. Ama önce ?her şeyin üstümüze üstümüze geldiği bir hengâmede dosdoğru bir yol üzerinde miyiz yoksa tersine mi gidiyoruz?un iyi cevaplanması yani bir durum tespiti gerekiyor. Yoksa uzun uğraşlardan sonra gidebildiğimiz mesafenin masallardaki gibi bir arpa boyunu geçmediğini görmek çok ama çok acı olabilir.

       

        Sonra mı? Sonrası vahim! Bu taze anayasanın de henüz elindeki kına çıkmadan neresini değiştirebiliriz diye çekiştire çekiştire kısa sürede kuşa çevirip anayasa olduğuna olacağına bin pişman hale getirmekte üstümüze gelir babayiğit çıkmayacaktır birçok kez yaptığımız gibi?

 

        Kuşa çevirmek deyimi aklıma şu ibretlik, meşhur hikâyeyi getirdi:

        ?Kuşlar, kuşların hükümdarı olan Simurg Anka?nın Bilgi Ağacı?nın dallarında yaşadığına ve her şeyi bildiğine inanırlarmış... Kuşlar Simurg Anka?nın, zor duruma düştüklerinde kendilerini kurtaracağına inanırmış. Kuşlar için her şey ters gitmeye başlayınca onlar da Simurg?u beklemeye koyulmuşlar. Bekledikçe iyice umutsuzluğa kapılıp Simurg?un var olduğundan bile kuşkulanır olmuşlar? En sonunda da umudu kesmişler?

Bir gün uzak bir ülkede bir kuş sürüsünün Simurg?un kanadından bir tüy bulduğu haberi dillenmiş. Kuşların, Simurg?un varlığına ve kendilerini kurtaracağına dair umutları yeniden alevlenmiş. Dünyadaki tüm kuşlar toplanıp ve hep birlikte Simurg?un huzuruna gidip yardım istemeye karar vermişler. Simurg?un yuvası, etekleri bulutların üzerinde olan Kaf Dağı?nın tepesindeymiş. Oraya varmak için yedi dipsiz vadiyi aşmak gerekirmiş?

Kuşlar, hep birlikte göğe doğru uçmaya başlamışlar. Yorulanlar ve dönenler olmuş. Önce Bülbül geri dönmüş, güle olan aşkını hatırlayıp? Papağan, o güzelim tüylerini bahane etmiş; oysa o tüyler yüzünden kapatılırmış kafese?  Kartal, yükseklerdeki krallığını bırakamamış? Baykuş, yıkıntılarını özlemiş? Balıkçıl kuşu bataklığını?

Yedi vadi üzerinde uçtukça sayıları gittikçe azalmış? Beş vadiden geçtikten sonra, altıncı vadi ?şaşkınlık? ve yedinci vadi ?yok oluş? üzerinde neredeyse bütün kuşlar umutlarını yitirmiş? Kaf Dağı?na vardıklarında geriye otuz kuş kalmış?

Simurg Anka?nın yuvasını bulduklarında öğrenmişler ki; ?Simurg Anka?, ?Otuz Kuş? demekmiş. Onların her biri, birer Simurg?muş?

Simurg Anka?yı beklemekten vazgeçerek, ?şaşkınlık? ve ?yok oluş? yaşadıktan sonra bile uçmayı sürdürerek, kendi küllerimiz üzerinden yeniden doğabilmek için kendimizi yakmadıkça; bataklığımızda, tüneklerimizde ve kafeslerimizde yaşamaktan kurtulamayacağız.?

Hikâyeye göre kendimizden başka nereye gitsek sonuç olarak bu eylem,  ?tersine gitmek? oluyor bir bakıma.   

         Selamların en güzeliyle?

 

Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.