Orhan Veli, aşağıdaki şiirinde adını açıkça söylemese de dertlidir.
“Bilmem ki nasıl anlatsam;
Nasıl, nasıl, size derdimi!
Bir dert ki yürekler acısı,
Bir dert ki düşman başına.
Gönül yarası desem...
Değil!
Ekmek parası desem...
Değil!
Bir dert ki...
Dayanılır şey Değil!”
Orhan Veli’yi böyle söyleten asıl derdi neydi? Bilmem; lakin bazen hiç olmayacak zannettiğimiz zamanlarda mesela bayram günlerinde öyle bir ateş düşer ki yüreklere, dalga dalga yayılır etkisi bir ucundan bir ucuna yurdumun; o zaman şairin hakkı varmış derim. Gerçekten de öyle acılar hissederiz ki tam da şairin dediği gibi, “Dayanılır şey değil!”dir.
Gazeteler Gaziantep bombacısının öğretmen olduğunu yazıyor.
Bir bomba ki şehrin en kalabalık caddesinde bayramın ikinci günü akşam saatlerinde otobüs durağı yanında patlatılmış, içlerinde bir yaşında bir bebeğin de olduğu dokuz insan can vermişti. Bu alçaklığı yapana öğretmen denebilir mi?
Değil!
Önce insan olmadıktan sonra şu ya da bu olmasının ne önemi var. Milletin ödediği parayla milletine hizmet edeceği yerde millet düşmanlarıyla işbirliği yaparak ihanetin ve alçaklığın mücessem heykeli olur.
İnsanlar göründükleri gibi değil.
Elbette istisna örnekler bunlar.
Yani öğretmen biliriz, öğretmen değil; dost biliriz, dost değil.
Mesela yurdumuza gelen ve başkentte bir dizi toplantılara katılan
bir Amerikalı gözümüzün içine baka baka PKK denen musibet örgütünün hem kendileri hem bizim için ortak düşman olduğunu söylemez mi? Yıllar yılı hem bölgemizde topraklarımızı kullanarak PKK’ya yardımın her türlüsünü yapacak hem bize karşı besleyip şımarttıklarını düşman ilan edecek. Al sana dost ve müttefik!
İflah olmaz bir dostluk ki bundan sadece ağzımız yanıyor, bu saatten sonra böyle bir dostluğa gönüller razı değil!
İnsanlar her gün müthiş bir bilgi çarpıtma ameliyesine tabi tutularak kafaları karıştırılıyor. Kafaları karışık insanların sevk ve idareleri elbette daha kolay oluyor birileri için. Bu yüzden yazılı ve görsel iletişim kanalları kullanılarak servis edilen haberleri dedektif dikkatiyle dinlemeli derim; çünkü doğru bildiğimiz çok şey var; doğru değil.
Fazıl Hüsnü Dağlarca da söylüyor Kızılırmak Kıyıları’nda:
“Yersin, içersin sofrasından, üç yüz senedir,
Kuvvetlisin ama kuvvet hak değil.
Bakımsızlıklarla göçüp gitmiş bir cihan,
Mevsimler soğumuş, sular azalmış,
Buğday, Selçuklulardan kalan başak değil”
Dahası da var:
Gün doğar, tarla kuşları uçuşurlar,
Ağır bir aydınlık, bildiğin şafak değil.
Öyle dalmış ki yüzyıllar süren uykusuna,
Uyandırmazsan,
Uyanacak değil.
Dertle, sefaletle yüklü,
Siyah leşlerle kararmış, berrak değil.
Çağlayan ne,
Akan kim,
Kızılırmak değil.”
Velhasıl aziz kardeşim!
Gördüğümüz pek çok şey göründüğü gibi değil!
Bir âlem-i rüyadayız sanki.
Uyansak da sarsak sarsak, düşlerimiz,
Hayra yorulacak gibi değil!
Her gün duyurulan şehit haberleriyle ateşler düşüyor hanelere ah!
Bayrağa sarılmış tabutlara yetmiyor ulu camilerde musalla taşları.
Öyle bir derde giriftar olduk ki…
Toprağa düşen fidanlarımızın acısı dayanılacak gibi değil!
Böyle zamanlarda tek ihtiyacımız iman ve istiklal şairimiz Mehmet Akif’in çağrısına uyup tek yürek olmak. Milletinin derdiyle dertli şair bir zamanlar demişti ki:
“Gitme ey yolcu beraber oturup ağlaşalım,
Elemim bir yüreğin karı değil, paylaşalım.”
Evet, gün bir ve beraber olup acıları paylaşma zamanı.
Yoksa Allah korusun!
Gidişatımız pek hoş değil.
Değil, billahi değil!
Selamların en güzeliyle…
Hacı Halim Kartal