banner176

BİST
ALTIN
DOLAR
STERLİN
EURO

İnce belli bardaklarda tavşan kanı çaylar… Çay, evlerde, iş yerlerinde misafirlerimize ikram ettiğimiz, olmazsa olmazlarımız arasına dahil ettiğimiz temel içeceğimiz… Ne zaman ne içersek içelim, çayın yerini hiçbiri dolduramaz gibi de bir algımız oluştu zamanla.

        Karıştırılan çayda eriyen şeker değil, zamandır özgürlükleri kısıtlanmışlara göre. Bu durumu Üstad Necip Fazıl Kısakürek Zindandan Mehmed’e Mektup adlı muhteşem şiirinde şöyle dile getirir:

        “Çaycı, getir ilaç kokulu çaydan!

        Dakika düşelim senelik paydan.

        Karıştır çayını zaman erisin,

        Köpük köpük, duman duman erisin.”

       

        Kahveler konusunu aklıma düşüren Fahri Kubilay kardeşimin bu konuda bir tarihçe de vererek düşüncelerini kaleme aldığı son yazısı oldu diyebilirim. Ben daha çok hayatımıza bir şekilde giren kahvehanelerin şair ve yazarlarımızdaki izdüşümlerini, onların kahvelere dair neler yazdıklarını önemseyerek bir derleme yapmak istedim.

        Balkan Savaşları’nı, Birici Dünya Harbi’ni , Kurtuluş Savaşı’nı ve nihayet Osmanlı’nın yıkılışını görmüş; bir yangının alevleri arasında oradan oraya savrulmuş, milletimizin dertleriyle deli divane şairimiz Mehmet Akif Ersoy’a göre “Mahalle Kahvesi”, “Şarkın bakılmayan yarası; ve “Çehresindeki levsiyle (pislik) yurda yüz karası” dır ve kapanmalıdır.

Çünkü şaire göre:                                                                                                                                                          “       Dilenci şekline girmiş bu sinsi caniler,

        Bu, gündüz bile yol vermeyen haramiler,

        Adımda bir, dikilir, azminin önüne…

        Zavallı yolcunun artık kıyar bütün gününe!”

        Oysa bütün güçleriyle İslam’ı boğmak için var güçleriyle üstümüze çullanıp milletimizin sahip olduğu her şeyi elinden almak isteyen eli kanlı ‘tek dişi kalmış’ caniler gece gündüz çalışmayı ibadetleri haline getirmişlerken bizim buralarda öldürecek vaktimiz olmamalıdır.

 Safahat’ın birinci bölümünde yer alan manzum hikayelerden biri olan “Mahalle Kahvesi”nde şairin yaşadığı dönemin kahveleri her halleriyle öyle bir anlatılır ki okursanız özellikle oyun masaları, oyun araçları, oynayanların tartışmaları ve daha birçok şeyin hiç değişmediğini düşünür, hakkını teslim edersiniz şairin.

Eserden oyun esnasındaki tartışmalardan bir kesit sunuyor ve birkaç gün sonra vefatının 86. yılı münasebetiyle yad edeceğimiz şaire sonsuza dek rahmetler diliyorum.   

 

“Mızıkçı dendi mi, sensin diyor, bakın ağalar:
Kırık mı söyleyin Allâh için Şu cânım zar?
-Kırık!
-Değil!
Alimallah kırık!
-Değil billâh
-Yeminsiz oynayamazlar ki, ah çocuklar ah!
-Karışmasan için olmaz değil mi? Sen de bunak!
-Gelirsem öğretirim şimdi...
Ay şu pampine bak!
Gelip de öğretecekmiş... Mezarcı Mahmud'a git!
Bir üflesen gidecek ha... Tirit mi sâde tirit!
-Zamâne piçleri! Gördün ya, hepsi besmelesiz...
Ne saygı var, ne hayâ var. Eğer bizim işimiz,
Bu kaltabanlara kalmışsa vay benim başıma!
-Herif belâya sokarsın dırıldanıp durma!
-Mezarcı Mahmud'a git ha? Bakın it oğluna bir!
Küfürbaz alçak, edepsiz, Bu söylenir mi Bekir?
-Yolunca terbiye verdin ya âferin Hasan Ağa?.
-Bıraksalar beni, çoktan marizlemiştim ya!
Mezarcı Mahmud'a ha? Vay babasının canına.
Bunun yaşında iken biz büyüklerin yanına,
Okur da öyle girer, hem ayakta beklerdik;
Otur, demezseler el pençe sâde dinlerdik;
Hayır, bu böyle değildir demek, ne haddimize!
Evet, desek bile derlerdi: Sus behey geveze!”

 

Kahveler ünlü hikayecimiz Sait Faik de aynı adı taşıyan hikayesinde hikaye kahramanının sık sık gittiği bir kahvede tanık olduğu kişilerin hüzün dolu hallerini yansıtır:

 “Yazın bu küçük mahalle kahvesinin bahçesine sık sık gittiğim için, karayelin, tipinin çılgınca savrulduğu akşam, içeriye girdiğim zaman yadırganmadım. Kahve sapa bir yerdeydi. Yapraklarını dökmüş iki söğüt ağacı ile üzerinde hala üç dört kuru yaprak sallanan bir asmayı kar öyle işlemişti ki bahar akşamları, yaz geceleri pek sevimli olan bahçenin mora kaçan beyaz bir ışıkla dibinden aydınlık haldeki güzelliğine şöyle bir göz attığım halde, camın kenarına yerleşip de buğuları silince uzun zaman daldım, hem sevdalandım. Bu mor ışık o kadar çabuk koyulaştı ki, kahve daha ışıkları bile yakmamıştı. İnce belli çay bardaklarının en güzelini bırakıp giden kahveci:
-Kışın da güzel değil mi bahçe? dedi.
Bahçedeki mavi boyalı kasımpatılarının üzerine birikmiş karları gösterdi.
-Morukların söylenmeyeceğini bilsem, ışıkları daha yakmazdım ya -dedi- neredeyse homurdanmaya başlarlar.
          Kahve, ışıklarını yakınca dışarıdaki karın ışığı söndü. Sekiz kişi ya var, ya yoktu. Küçük kapağının içinden alevler atarak yanan saç sobanın sağ tarafının neredeyse kıpkırmızı kızaracağını biliyor, bekliyor, bekliyordum. Yanımda tavla oynayanlar vardı. Bir zaman onlara daldım. Ara sıra camı silerek alnımı cama yapıştırıp dışarıyı seyrettim.”

 

Reşat Nuri’nin Yaprak Dökümü’nde Ali Rıza Bey kamu görevi yaparken yetkisini daima aleyhinde olduğu kahveleri zaman zaman yetkisini kullanıp kapatmış; ancak emekli olduktan sonra kahve adamı olup çıkmıştır.

Aynı yazarın Anadolu Notları adlı eserinde anlattığı kahveler dünyanın en demokrat insanlarını yetiştirmiş mekanlardır. Halk irfanının oluşmasında kahvelerin payı büyüktür yazara göre:

        "Kahve, dünyanın en asîl ve kıdemli demokratı olan bu milletin, uzun

zaman, toplantı yeri oldu. Sınıf farkı pek gözetilmeden orada diz dize oturulur,dertleşilirdi. Aile meseleleri, mahalle meseleleri, memleket meseleleri, orada münakaşa edilirdi. Tarihin "Yabancı elemanlar bir arada yaşamağa başladıkları vakit kafaca hangisi mütekâmilse, o, ötekileri yutar" diyen ezelî hükmü yerini bulur, kim en çok biliyor, en güzel söylüyorsa o, "mîr-i kelâm" olurdu. Uzaklardan gelen yolcular, seyyahlar, dervişler ilk önce kahveye gelirler,en taze yabancı il havadisleri orada duyulurdu. Karagözün, meddahın sahnesi kahvelerdeydi. Âşıklar, saz şairleri orada imtihan olurlardı."

       Yazar, kahvelerin zararlı yanlarını da kabul etmekle beraber, o yıllarda bile kahvelerin uygarlaştırma yönünden görevlerini sürdürdüklerini de belirtiyor.


        Onunla da onsuz da yapamayacağımız mekanlar haline gelen kahvelere dair zamanda yolculuk gibi bir gezinti oldu mu bilmem. Bildiğim şu: Bu mekanlarda değil saatler ömürler heba olup gidiyor. Çalışmaya ve okumaya ayırdığımız zamanlardan daha çok olmamalı kahvelerde, oyun masalarında tükettiğimiz zamanlar.

       

        Selamların en güzeliyle…

 

        Hacı Halim Kartal                

Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.