Bir savaşta düşmanınıyere serip, onu tam öldürecekken, düşmanının yüzüne tükürdüğünü gürünce, kılıcınıkınına koyup: “Kalk ey adam! Ben seni Allah için öldürecektim. Sen şimdi benim yüzüme tükürdün ve nefsimi incittin. Seni bu hal üzere öldürürsem nefsim için öldürmüşolurum.”diyerek nefsini ayaklar altına alabilen yiğitlerimiz vardı.
Uhud savaşında kardeşini, babasını, kocasınıve oğlunu şehit verip: “Ey şanlıgaziler! Siz bana Allah’ın Resulünden haber verin, o nasıl?”deyip, O’nu gördükten sonra da: “Anam, babam sana feda olsun. Sen sağolduktan sonra her felaket vız gelir bana!”diyerek, peygambere bağlılığın en yüce örneklerini sunan hanım sahabeler vardı.
At üzerinde giderken: “Allah’tan kork ya Ömer!”diyenlere karşı, hemen atından inip yüzünü toprağa sürerek: “Ömer de kim oluyor ki Allah’tan korkmasın.”diyen adalet sultanlarıyla doluydu her yan. Yine O: “Fırat kenarında bir kuzuyu kurt kapsa, Allah benden hesabınısorar.”diyerek bir yöneticinin duyabileceği sorumlulukla insanlığaörnek olan yöneticilerimiz vardı.
Düşman kuvvetleri tuzağına düşüp öldürüleceği vakit: “Şimdi senin yerine peygamberini öldürüp, seni azad etseydik, kabul eder miydin?”diye soranlara: “O’nun mübarek ayağına bir diken batmasındansa ölmeyi, gün ışığından ve çoluk çocuğumun gül yüzünden mahrum kalmayıtercih ederim”diyerek iki rekât namaz kıldıktan sonra: “Ölümden korktu da namazıuzattıdemeyesiniz diye kısa kestim.”diyen gerçek manada peygamber sevdalısı yiğitHubeybler vardı.
Endülüs’e ayak bastıktan sonra gemileri yaktıran komutana: “Aziz komutanım gemileri niçin yaktırıyorsunuz?”diye soranlara: “Gemileri ve taşıtlarıellerinde tutmak isteyenler, dönmeyi düşünenlerdir. Bana gelince ben bu ülkede kalmaya ve savaşmaya karar verdim. Deniz arkanızda, düşman önünüzdedir. Allah yolunda ya ölürüz, ya gazi oluruz.”diyen Tarık bin Ziyadlarımız vardı.
Fitne ve fesadın kol gezdiği bir hengâmede: “Ya imam, hayatın tehlikede. Kalbinden inanmasan bile, yalnızca dilinle istedikleri şeyi söylesen olmaz mı?” diyenlere: “Asla, âlimler hakikatisöylemekten çekinirlerse, cahiller ne yapmaz? İnancım hayatımdan çok üstündür.”diyerek otuz sekiz ay işkenceden sonra hakkın rahmetine kavuşan İmam Ahmetlerimiz vardı.
İtalyan emperyalizminin kanlıve kirli çizmeleri Bingazi’yi kirlettiği tarihten itibaren, izzet ve şerefi elden bırakmayarak bu talancılara karşımücadele eden ve: “Kâfirlerin esareti altında yaşamaktansa ölmenin büyük bir şeref olacağını”söyleyen yirmi yıl İtalyanlara karşıamansız bir direnişgösteren, İtalyan SıkıYönetim Mahkemesi’nde yargılanıp da: “ İdamına karar verildi.”şeklinde karar çıkınca: “Hüküm yalnız Allah’ındır. Sizin alçak hükmünüzün hiçbir değeri yoktur. Biz Allah’a aidiz ve ona dönücüyüz.”cevabıveren, Ömer Muhtarlarımız vardı.
“Bu Kuran Müslümanların elinde bulunduğu müddetçe, biz onlara hakiki hâkim olamayız. Ne yapıp yapıp, ya buKuran’ısukut ettirip ortadan kaldırmalıyız yahut da Müslümanlarıondan soğutmalıyız.” diyen İngiliz bakan Gladston’un sözleri gazetelere çıkınca: “Ben de Kuran’ın sönmez ve söndürülmez ebedi bir güneşgibi bir mucize olduğunu, bütün dünyaya ispat edip göstereceğim.” diyerek ömrünü bu yola adamış, yirmi sekiz yıl hapis ve sürgünlerde çile çekmiş: “İman, hem nurdur hem kuvvettir. Hakiki imanıelde eden tek kişi bile cihana meydan okuyabilir.”sözününesaslarıiçin, bir ömür mücadele ve mücahede eden Said Nursilerimiz vardı.
Bizim, tarihi altın harflerle ahlak ve fazilet önderi dolduran yiğitlerimizolduğu bundan sonrada olacaktır. Esas Önemli olan bizim ne olduğumuz….
(*)Alıntı..