Bu köşede 7.1.2013 tarihinde “DEVLETİN ŞEFKATİNE VASITA OLAN BİR KİŞİLİK” başlıklı yazımda, İlçemizin Kaymakamı hakkındaki düşüncelerimi ve tespitlerimi içeren bir yazı kaleme almıştım. Seydişehir İlçemizin köy ve kasabalarında yaşayanlar da dâhil olmak üzere herkesin, kalbi sevgilerine muhatap olan Kaymakamımız Sayın Tuncay Sonel’e; devletin şefkatini gösterdiği için, bir yöre insanı ve uzun yıllar da devlet memurluğu yapmış olan birisi olarak, hep arzu ettiğim ve uygulamaya da çalıştığım yüreğimin sesini, onda görebildiğim için de ayrıca memnun olmuştum. Kendisine bir kez daha teşekkür ediyorum.
Geçtiğimiz günlerde bu defa “devletin yumruğunu”, vatandaşın yüreğinin tam ortasına indiriveren bir vakayla karşılaştık milletçe.
Bartın Valisi Sayın Bülent Savur, iade-i ziyaret yaptığı bir partinin mekânında, yani misafir olduğu bir mekânda kendisini karşılayanları, çocuk azarlar gibi azarlayarak, izleyenlerin tüylerini diken diken eden bir tavra imza attı.
Kameraların önünde, kibrini ve ihtirasını tam manasıyla sergiye açtı ve pazarladı. Pazarlarken de durmadan azarladı misafiri olduğu ev sahiplerini. Ev sahipleri, konuyu değiştirmeye çalışsalar da, hızını bir türlü kesemeyen Sayın Vali, yumruğunu, ardı ardına indirmeye devam etti.
Kendisine sunulan mekânı, babasının çiftliği gibi görenler, mekânın ve makamın asıl sahiplerine azar basıyorlar. Ne yalan söyleyeyim o görüntüleri izlerken; utandım, üzüldüm, boğazıma bir şeyler düğümlendi ve tam o anda, aklıma o meşhur hikâye geliverdi.
Babası oğluna sürekli olarak, “sen adam olmayacaksın, sen adam olmazsın” diyerek sitem edermiş. Bir babanın sitemi bile, oğluna ilaç gibi gelmiş olmalı ki; oğlu bu sözler üzerine, daha çok çalışmaya ve günün birinde mutlaka kendi ölçülerine göre; “büyük bir adam” olmaya karar vermiş. Günler ayları, aylar yılları kovalamış ve günü zamanı gelip, vali olmuş memleketin bir iline… İhtişamlı bir oda tanzim ettirp kocaman da bir koltuk almış ve koltuğa kurulup haber salmış babasına. Babasını ayağına çağırmış anlayacağınız. Babası da haberi alır almaz; “hayırdır inşallah, ne ola ki?” diye söylene söylene, bir gece bir gündüz yolculuk edip varmış oğlunun çağırdığı adrese… Göstermişler oğlunun makamını… Valilik makamı yazısının önüne dikilip, kasketini almış eline ve kapıyı vurup girmiş içeriye…
Oğlu makamından ayağa bile kalkmadan, bacağını bile öbür bacağının üstünden almadan, kasılarak ve hafif de gülümseyerek işaret etmiş eliyle babasının oturacağı yeri. “Otur baba, hoş geldin” demiş ve eklemiş. “Hani baba sen bana sürekli olarak; senden bir şey olmaz, sen adam olmazsın falan diyordun ya, bak ben koskoca vali oldum, ne haber!” diyerek hatırlatmış ta o eski günlerde söylenen sözleri…
Babası da başını öne eğip, onu dinlemiş ve bastonuna yaslanarak, başını da oğluna doğru çevirip; “a benim anlaması kıt oğlum, ben sana vali olamazsın demedim ki, adam olamazsın, adam demiştim” diyerek, doğrulmuş ve sırtını da dönüp, çekip gitmiş gerisin geri köyüne…