Allah yarattığı her canlıya gerektiğinde kendini koruyabileceği bir savunma sistemi bahşetmiştir. Yılanın kuyruğuna basarsan sokar, köpek ısırır, kedi tırmalar.
Gerektiğinde öz savunma sistemini devreye sokarak çifte atan bir katırın bu eyleminden daha doğal ne olabilir ki? Gerekmediği hallerde de çifte atması her halde; yoksa her canlının sahip olduğu bir özelliğin yadırganması, ayıp bir şeymiş gibi ifade edilmesi kimin ne haddine?
Her şeyin şerrinden Allah’a sığınmamız bundandır. Biliriz ki her şeyin hayırlıları olduğu gibi şerlileri de vardır ve gerekli tedbirlere müracaat ettikten sonra bunlara karşı tam bir korunmayı sağlayan ancak Allah’tır.
Katır normalde çok dayanıklı ve faydalı bir hayvan olduğu halde onun bu özellikleriyle değil de meşhur çiftesiyle dile getirilmesi katırın ve çok etkili silahının kimi olumsuz insan davranışlarını çok iyi anlatan çağrışımlarındandır. Mesela rahmetli Mehmet Akif’in şu mısraları bu kullanımın çok güzel örneklerindendir:
“Müslüman düşmanı bir Rus tanırım çoktandır
Nerde görsem kaçarım, çiftelidir çünkü katır”
Bu mısralar Safahat’ta 1912’de yazılan “Süleymaniye Kürsüsünde” adlı bölümde yer alır. Kürsüdeki vaiz, Abdürreşid İbrahim’dir.Mehmet Akif, Safahat’ın ikinci kitabı olan ve 1002 mısradan oluşan bu uzun şiiri, yirminci asrının başındaki İslam dünyasının umumi bir manzarasını resmeden bir tablo gibidir. Şiirde Akif, İslam toplumlarının içine düştüğü hazin manzaraları dostu Abdurreşid’in ağzı ile aktarır. Esasen Abdürreşid İbrahim’in; İstanbul’dan başlayıp Rusya, Türkistan, Çin, Japonya, Hindistan ve gene İstanbul’da sona eren uzun seyahatinin her safhasında dile getirilen hususlar, bu gayretli insanın Alem-i İslam ve Japonya’da İntişar-ı İslamiyet adlı eserlerinde işlemiştir.
Tatar Türklerinden olan Abdürreşid İbrahim 1857’de Sibirya’nın Tobolsk şehrinde doğmuş, babası Buharalı Özbek bir aileye mensup, anne Başkurt Türklerinden. Trablusgarp’ın işgali yıllarında İtalyanlara karşı mücadelede bizim saflarımızda mücadele etmiş, 1912’de Osmanlı vatandaşlığına kabul edilmiş, 1915’te Sarıkamış’ta bulunmuş. Rusya Müslüman Türk Kavimleri Himaye Cemiyeti üyesi olarak çalışmış; 1922-1923’te Rusya’da, 1930’da Kahire’de, 1930-1931 yıllarında Mekke’dedir. 1934’te ailesiyle birlikte Japonya’ya göçer. 17 Ağustos 1944’te Tokyo’da ölür. Akif merhumun çok beğendiği büyük bir mücadele adamıdır.
Söz konusu şiirde Süleymaniye cami ve kürsüdeki vaizin tasvirinden sonra söz, vaize bırakılır.
“Beni kürsüde görüp vazedecek sanmayınız;
Ulemadan değilim, şeklime aldanmayınız.
Bana siz alem-i İslam’ı sorun söyleyeyim;
Çünkü hiçbir yeri yok gezmediğim, görmediğim.” Diyerek başlar anlatmaya… “Ne felaket, ne rezaletti o devrin hali!” mısraı o yıllarda İstanbul’da yaşananların “Saltanat namına, din namına bin maskaralık” olduğunu belirtir. İkinci durağı Rusya’dır. Orada da baskı ve zumlun her çeşidi vardır. Bir matbaa kurup gazete çıkarır, vaazlar verir. Baskılar artınca Türkistan’a geçer. Orada da İslam adına manzara yürek yarasıdır.
“Çünkü biz bilmiyoruz dini. Evet bilseydik
Çare yok gösteremezdik bu kadar sersemlik” der bu durum için.
Bu uzun gezide her bakımdan en güzel bulduğu ülke Japonya olur; çünkü Müslüman olmadıkları halde insanların yaşama biçimlerinde İslam ahlakı vardır. Hindistan’dan sonra İstanbul’a dönerken hilafetin merkezi ile ilgili Japonya’da gördüklerine benzer güzel düşüncelere dalar. Aşağıdaki mısralarda hayalleri berbat eden bir olay anlatılır.
Kırım’ın Ruslar tarafından yutulduğunu izlediğimiz bugünlerde İslam dünyasını perişanlığında Süleymaniye Kürsüsünde şiirinin yazılışından 102 yıl sonra değişen bir şey olmadığı görülüyor. Müslüman’ım diyen insanlar birbirini boğazlarken düşmanları tarafından şurasından burasından koparılıp koparılıp yutulmaktadır.
“Müslüman düşmanı bir Rus tanırım çoktandır...
Nerde görsem, kaçarım, çiftelidir çünkü katır!
Hele Osmanlıların nâmı anıldıkça biter;
Ne eyer kabil olur sırtına vurmak ne semer!
Rusya´dayken beni gördükçe gelir, derdi: "İmam,
Oku sen yoksa işin... Öldü sizin hasta adam!
Çıkmıyor vâris-i meşru´u da bizden başka... "
Beni kaç kerreler ağlattı bu hınzırca şaka!
Yine lâhavle deyip geçmede kaldım muztar;
Çünkü altüst olacak bunca tasavvurlar var...
İşte hülyalarımın canlı yerindeyken, of,
Nüksedip karşıma çıkmaz mı o illet Moskof!”
Gözlerim çoktan açık olmasa, derdim: Kâbûs...
İyi amma nereden bitti bu kurnaz câsûs
Ayak üstünde dikilmiş, gözümün tâ içine
Bakıyor, hem de o şimşek gibi gözlerle yine!
- Çelebim, gel bakalım, gel... Dikilip durma, çay iç...
Hasta canlandı, ne dersin Bunu ummazdım a hiç...
Kahraman milletti gördün ya: Biraz silkindi,
Leş yiyen kargaların sesleri birden dindi!
Eski sevdaları, kabilse, unutsun Ruslar...
-Ne dedin Anlamadım! Hey gidi hülyacı Tatar!
Kahraman milleti gördün.. dediğin Türkler mi
Sana söylersem eğer, şimdi, düşündüklerimi,
Ebediyyen bu hayâlâta vedâ eylersin.
-Ya senin votkacılardan mı hayır beklersin
-Hasta canlandı, o iş bitti, diyorsun; heyhat!
Olamaz böyle sefil ümmet için hakk-ı hayat.
Duyulan nağme-i hürriyyet onun son nefesi!
…
Anlıyordum ki: Herif çatlıyacak ye´sinden.
İntikamın olamaz böyle müsait sırası,
Diye; nerdeyse bulup hasmımın artık yarası,
Başladım deşmeye. Lâkin bu cedel başlayalı,
Dinliyormuş bizi şahin gibi bir Afganlı.
Vâkıa Rusça konuştuk yine külhâni, fakat,
Seslerin tavrına çoktandır edermiş dikkat.
Çay semaverlerinin hepsini birden yıkarak
Rus u gırtlaklayıvermez mi Aman, etme, bırak!
Demeden şaşkını yağmur gibi ıslattı hacı!
Ne tuhaftır ki: Zuhûr etmedi bir da´vâcı.
Etse zâten ne çıkar Hak zıpırındır; yalınız;
Dövülen mahkemelerden kovulur, çünkü cılız!”
Yolculuğun son durağı İstanbul’dur. Meşrutiyetin ilanıyla şenliklerin yapıldığı her köşe başında toplanan kalabalıklara nutukların atıldığı İstanbul,
“Bir de İstanbul´a geldim ki: Bütün çarşı, pazar
Naradan çalkanıyor! Öyle ya... Hürriyet var!”
…
Mısralarıyla anlatılır.
Ufkumuzda seçimler var, sesler yüksek ve meydanlarımız daha çok çalkalanacak naralardan. Bu hafta Kütüphaneler Haftası. Akif’in Süleymaniye Kürsüsünde şiirindeki vaizin söyledikleri son yüz yılda yaşadıklarımızı anlamak bakımından okunmaya değer diye diye düşündüm.
Selamların en güzeliyle…
Not: Bu yazıda Abdürreşid İbrahim’in biyografisi ile ilgili bilgiler için Namık Kemal Karabiber’in Süleymaniye Kürsüsündeki Vaiz: Abdürreşid İbrahim 1857-1944 başlıklı çalışmasından yararlanılmıştır.