banner202

banner203

BİST
ALTIN
DOLAR
STERLİN
EURO

banner176

İyi mi kötü mü yoksa hastalık belirtisi mi olduğunu tam olarak bilemediğim bir huyum oldu son zamanlarda. Kelimelere takılmak… Hayatın akışında kimi zaman haberler arasında bir haber, haber içinde bir kelime; gelir, sülük gibi yapışıp kalır beynimin bir yerine; kolay kolay çıkmaz.

        Birkaç gündür zorunlu ikametine katlanmak zorunda olduğum yeni misafirin adı ‘karşılık’ kelimesi. Zorunlu ikametinden bilerek söz ettim; dedim ya, sülük gibi doymadan ayıramazsınız yapıştığı yerden.

        Karşılıkmış… Hangi karşılık, neyin karşılığı?

        Olmazsa olmaz mı?

        İlle de bir karşılığı olmalı mı verdiğinin?

        Hem de hemen öyle mi?

        Sen, aldıklarının hepsinin, verdin mi karşılığını?

        Bir cana nasıl kıyılır? Neyin karşılığı olarak?

        Başka bir canın değil mi?

        İki yaşında, üç yaşında, beş yaşında sabiler…

        Neyin karşılığı olara öldürülür bu ülkede?

        İşte bu inatçı misafirim ‘kayıp çocuklar’ yahut ‘çocuk kayıpları’ haberleriyle gelip yerleşti işgal kuvveti gibi.

        Kayıp haberleri geliyordu önce, sonra bir çukurda veya bir çalı dibinde bulundukları… Bulunanların bulundukları her yerden feryatlar yükseliyordu. Seyhan’da bulunan altı yaşındaki  çocuk (Gizem Akdeniz) bıçaklanarak öldürülmüş. Sabah Gizem, Akşam Umut. “Bieyyi zenbin kutilet” Tekvir suresi, ayet 9 (Hangi günah sebebiyle öldürüldükleri sorulduğunda)

Bu kaçıncı kayıp? Bilen var mı?

            Ahmet Taşgetiren’in 1 Mayıs günü Star’da yayımlanan “Rahmet Toplumumuz Nerede” başlıklı yazısında dile getirilenleri gözlerim dolarak okudum. Oldukça duygusal bir insan olan sevgili Ahmet Ağabey sorusunda yerden göğe haklı değil mi? Usta bir anlatımla gözümüzün önüne getirip düşünmemizi istediği tablo şu:

        Cami duvarlarına kuş evi yapan... Yaralı göçmen kuşları tedavi için vakıf kuran... 

Fakir kız çocukları için çeyiz tedarik eden...

        Rahmet toplumu, rahmet insanları nerede? 

        Çocuklara yönelik cinayetleri konuşuyoruz her ortamda.

        Çocuk istismarını konuşuyoruz.

        Anne - babalara yönelik cinayetleri konuşuyoruz.

        …

Kutlu Doğumu konuşmak demek, “Rahmet Peygamberi”ni konuşmak demektir oysa. 

“Rahmet Peygamberi”ni konuşmak demek, “İyi ki doğdun ey Muhammed!” demek değildir, O’nun muazzez kişiliğinden kişiliklerimize güzellikler taşımak, O’nun “rahmet hüviyeti”nden, yüreklerimize sevgi, merhamet ve insanlık taşımak demektir.

Gizem’i öldüren “Genç”in yüreğine ne taşınmıştır ki, oradan böyle bir kan tutkusu çıkmıştır? Ne verdik ya da ne veremedik ki, Halik’ın, “masum” yarattığı “bebek”lerden katil yontar hale geldik?”

…     

        Düşündüm. Rahmet toplumu veren toplumuydu. Karşılığını sadece Allah’tan bekleyerek veren… Hep almaya alışmış veya alıştırılmış, verdiğinin karşılığını anında alan ama aldıklarına gelince karşılık vermese de bu ‘benim kazanılmış hakkım’ diyenlerden rahmet toplumu olur mu?

 

        Kimi iş ve ilişkilerimiz için ‘her şey karşılıklı’ yahut ‘her şeyin bir karşılığı vardır’ denildiğini duymuşuzdur. Kural bellidir; uymak bir vecibedir artık. Değiştirilmesi teklif dahi edilemez.    

       

        Son zamanlarda ilişkilerimize de damgasını vuran berbat bir huyumuz da ne yaptıklarımızın hemen, anında karşılığını almak… Yakın çıkar beklentisi yani. Şu sözler bu hastalıklı ruh halinin tiyatro sahnesi gibi:

        - Beğendin mi şunun yaptığını? O kadar taşıdık, bir teşekkür bile etmedi!

        - Nankörün biriymiş, ne olacak!

        - Elinle verirsin, ayağına dolanır.

        - Böylelerine acımayacaksın kardeşim!

         

        Maddeci bir anlayışın insanları ‘al gülüm ver gülüm’ formülüyle ifadesini bulan anlık çıkar ilişkilerine mahkum ettiği diyarlara gelip dayanmış durumdayız. Hayra alamet değil gidişatımız. Hasenat devrini çoktan kapatmışız. Hayatın değişmez yasasıdır giden bir şeyin yeri öyle boş kalmaz, başka bir şey gelip yerleşir. Hasenattan boşalan yerleri seyyiat doldurdu. Serapa kötülükler kol gezer oldu gezegenimizde. Güçlü güçsüzü sürekli eziyor, yok ediyor; savunmasız insanların üzerine en tesirli bombalar yağdırılıyor, hak hukuk demeye kalkanlara idam cezaları anında verilebiliyor, insanlar inançlarından dolayı yurtlarını terk etmeye zorlanıyor. Şair Arif Nihat Asya’nın ünlü Na’t isimli şiirinde dile getirdiği gibi “Yeryüzünde riya, kibir, zulüm altın devrini yaşıyor”.

       

        Her şey karşılıklıymış. Evet, her şey karşılıklı da her şey karşılıklı sözüne bugün yüklenen anlamı tehlikeli buluyorum. Ya bir şeyin ille de karşılığı olmasını düşündürüyor veya ‘karşılık yoksa çek arabanı’ anlamına kullanır olduk bu sözü. Neticesi de şu oldu bana göre: Ya yapacağımız işin bir karşılığı yoksa kılımızı bile kıpırdatmayacak bir anlayışın tutsağı haline geldik yahut başkaları için en aziz bir varlığı bir karşılık gözetmeden de almakta bir beis görmedik.

 

Dert burada.  

         

       Selamların en güzeliyle…                         03 Mayıs 2014

       

Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.