Bu yılın en uzun ve en sıcak günlerinde dünyanın tanık olduğu en büyük vahşet sergileniyor Gazze’de. En büyük vahşet diyorum; çünkü üç haftadır karadan, havadan ve denizden en ağır şekilde bombalanan küçücük bir yurt parçasında Gazzelilerin ölmekten başka çareleri bulunmuyor; çünkü kaçabilecekleri hiçbir yer yok. Mısır’a açılan Refah kapısını Mısır cuntası açmıyor. Deniz tarafı İsrail ablukası altında, diğer tarafta gözü dönmüş Siyonistler var. Evler, okullar, hastaneler yerle bir ediliyor. Yıkılan evlerin enkazı altında sağ kalanların bile kurtarılma imkanı ve fırsatı bulunmuyor. Sahilde oynayan çocuklar dahil, hareketli her varlık füzelerle vuruluyor.
Bir yurt ki işgal adlında, bir yurt ki orada çocukların büyük bir bölümü on beşine varmadan İsrail bombalarıyla veda ederler hayata. Bir yurt ki orada insanların uçak ve bomba sesleri duymadan huzur içinde geçirebildikleri gün yoktur. Bir yurt ki en zor zamanlarında değil insani yardım, yaralılarını iyileştirebilecekleri ilaç girişine bile izin verilmez.
İşte bir bayram arifesindeyiz. Çarşılarda bayram hareketliliği her zamanki gibi. Gazze’de bir halka tarla faresi muamelesi yapılırken; parçalanmış, kafaları kopmuş yüzlerce çocuk bedeni havada savrulurken biz gönül hoşluğuyla iftar edebilecek miyiz, bayram gezmelerine çıkabilecek miyiz?
Bu coğrafyada oluk uluk kan akarken bayram mı olurmuş? Mü’minler kardeşse kardeşlerin yurtları cayır cayır yanarken, anaların feryatları arşı titretirken bayram mı olurmuş? Ne bayramı be!
Petrole bulaşmış karabatak kuşları için dünyayı ayağa kaldıranlar, Filistin’de Gazze’de veya dünyanın herhangi bir yerinde zulümlere, kırımlara tabi tutulan Müslümanlar söz konusu olunca toptan kör ve sağır oluveriyorlar. Ne bayramı be!
Seydişehir Belediyesi’nin bu yılki Ramazan etkinliklerinin bir kısmı 7 Temmuz’da İsrail’in Gazze’ye başlattığı saldırılar ve bu saldırılar neticesi çoğu çocuk ve kadınlar olmak üzere yüzlerce masum insanın katledilmesiyle iptal edilmişti. 25 Temmuz Cuma akşamı için programlanan Abdurrahman Dilipak sohbeti iyi ki iptal edilmemiş. Dün akşam Seydişehir Belediyesi önünde Abdurrahman Dilpak’ı dinliyorum. Usta gazeteci ve yazar Abdurrahman Bey, Müslümanların dertleriyle dertli olduğu kadar bu dertlerden kurtulmak için nasıl yaşanması, ne yapılması gerektiği konusunda uyarma görevini artan bir coşkuyla yerine getiren gayretli bir insan.
Üç haftadır gece gündüz İsrail işgal güçleri tarafından taş üstünde taş, gövde üstünde baş bırakmama azmiyle tahrip edilen Gazze ve İslam ülkeleri genelinde yaşanan zulümler konusunda günlerdir izlediğimiz vahşet görüntülerinden müteessir ve çaresiz olarak yüreklere su serpen yeni bir şey duyar mıyız ümidiyle dinledik usta gazeteciyi. O her zamanki gibi ilkelerden söz etti. Müslümanların imanlarını yeniden gözden geçirmeleri gerektiğini anlattı ısrarla. Peygamberlerin örnek davranışlarını dile getirdi, sık sık okuduğu ayetlerle inanç kalitemizi test etmeye çalıştı. “Hasbünallah ve ni’melvekil” diyenlerin birilerini şikayet etmeye hakları olmadığını haykırdı acı acı.
Usta yazarın hitabeti etkileyici, sözleri kurşun gibi ağırdı. O gece dertli yazarın Seydişehir semalarında yankılanarak alandaki az sayıda insanı ciddi şekilde muhasebeye sevk eden konuşmasından notlarıma almaya çalıştığım bazı cümleleri mota mot olmasa da şu şekildeydi:
“Bizi böldüler. En büyük bölücülük buydu aslında. Bir bilad-ı Şam’dan beş devlet çıkardılar. Aynı Allah’a inananlar tek bir ümmettir; bu nedenle Filistin uzak bir yer değil. Filistinliiler Mescid-i Aksa’nın koruyucularıdır. Filistin davası iman davası, insanlık davasıdır; yüreğinde Filistin sancısı olmayan iman zaafı içindedir.
“Biz kendi hakkımızdaki hükmü değiştirmedikçe Allah bizim hakkımızdaki hükmünü değiştirmeyecektir.”
“Değişmesi gereken biziz biz!”
“Zulüm karanlık demektir. Karanlık diye bir şey yok aslında; çünkü karanlık aydınlığın yok olması halidir.”
“Biz Allah’ın ipini bıraktık, Allah da bizim ipimizi bıraktı.”
“Allah’ın huzurunda kuyuya atılan Yusuf’tan daha çaresiz ve daha yalnız olamazsınız. Onu Mısır’a sultan yapan Allah sizi yer yüzünün varisi kılmak istiyor. Kaç dil biliyoruz, kaç ülkeye gittik, kaç insana ulaştırdık Allah’ın mesajını?”
“Hani mü2minler kardeşti, hani haksızlıklar karşısında susan dilsiz şeytandı!”
“Babalarımız peygamber olsa bizi kurtaramaz!”
“Allah cahil ve zalim bir kavme hidayet nasip etmez.” Ayet meali.
“Domuz haram; ama domuzluk da haram!”
Şeytanın varlığı günah işlememizin gerekçesi olamaz.”
“Amerikan ürünlerini tükettiğiniz sürece iterseniz “Kahrolsun Amerika!” diye gece gündüz bağırın; adamlar size mikrofon bile verir!”
“Mescid-i Aksa yalnız ilk kıblemiz değil, Mirac’ın gerçekleştiği topraklardı; eğer siz kıblenizin izzetini bırakırsanız Allah da sizi bırakır.”
…
Yerden göğe kadar haklıydı.
Bugün zillet içindeysek izzetli yaşamayı beceremeyişimizde aramalıydık en büyük kabahati.
Bayram yakın ve belki bayram sabahı biz camileri tıka basa doldurup “Alahüekber” seslerimiz kubbelerde yankılanırken Gazze’de, Suriye’de, Irak’ta gene bombalar patlayacak, gene çocuklar ölecek, gene hiçbir şey değişmeyecek.
Ahval ve şeraitimiz böyleyken bayram, gönüllerde bir bayram esintisi oluşmadan bayram mı olurmuş, ne bayramı demekten kendimi alamadım.
Selamların en güzeliyle… 26 Temmuz 14