Malumunuz olduğu üzere Allah (c.c.)’’ın ayı Muharrem olarak bilinen Muharrem ayı, Rabbimizin ihsanı, ikramı ve kereminin bol bol ikram edildiği bir aydır. Yani Allah (c.c.)’ın rahmetine ermenin önemli bir fırsatı olduğu için Efendimiz (s.a.v.) tarafından bu şekilde ifade edilmiştir. Aşure günü ise Muharremin 10. Günüdür ki Allah katında ayrı bir yeri, ayrı bir ehemmiyeti vardır. Bu ehemmiyetin ise rivayetlere göre Yüce Allah (c.c.) bugünde on Peygamberine on çeşit ikram ve ihsanda bulunduğu içindir. Hz. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz, miladi 571 Rebiul-evvel ayının on ikinci Pazartesi sabahı, Mekke’de doğdu 622’de Mekke’den Medine’ye hicret etti 20 Eylül Pazartesi günü, Medine’nin Küba köyüne teşriflerinden dolayı müslümanların Şems-i yılbaşı oldu, o yılın Muharrem ayının birinci günün de, hicri kameri yılbaşı olarak kaynaklarımızda geçmekte olduğunu görmekteyiz.
Malumunuz olduğu üzere imandan sonra ikinci farz olarak müslümanların gündeminde yer alan tarihi hicret, özellikle günahları, şirki ve müşrikleri terketmek anlamında o günün müslümanlarının şuuruna vardıkları islami yegâne hedefleriydi. Çünkü hicret, islam'a, en güzele gitmek, ona hizmetti. Onun uğrunda her şeyden vazgeçmekti. islamdan başka her şeyi islam için terketmekti. Abdullah b. Amr (r.a.) Resülullah (s.a.v.)’in şöyle buyurduğunu haber vermiştir: "... Gerçek muhacir, Allah (c.c.)'ın nehyettiklerini terkedendir." buyurmuştur. (Buhari, İman 4)
İslam tarihinde fevkalade etkiye ve öneme sahip hicret olayının kahramanlarına ilahİ kelam muhacir unvanını vermiş ve onları Muhammed (s.a.v.) Ümmetinin başında yer alan kesim olarak takdir ve takdim etmiştir. Bu seçkin insanlar inançları uğrunda dünyevi şeylerden ellerinde ne varsa hepsinden vazgeçen müminler, islam uğruna her türlü sıkıntıyı en ağır şekilde göğüslemiş ve erişilmez mevkilerini hakkıyla elde etmişlerdir. Öyle ki inanmanın, her şeyini kaybetmek demek olduğunu göre göre, bile bile inanmak ve inancı uğrunda nelerle karşılaşacağını bilmediği diyarlara önceleri Habeşistanlara kadar gitmeyi kabullenmek, emredilen yere göçetmek, Allah ve Resulü’ne hicret'ten başka ne ile izah edilebilir? Bu sebeple de muhacir olmak büyük şahsiyet, hicret büyük mazhariyettir.
Resülullah Efendimiz (s.a.v), Uhud harbi dönüşünde ashabına “Küçük cihaddan büyük cihada dönüyoruz. Buyurunca, ashab Ey Allah’ın Resulü, büyük cihad nedir? Diye sorunca, şu cevabı verdiler: En büyük cihad, Allah’ın emirlerini yerine getirmesi için nefisle yapılan mücahededir.” buyurdu.
Hicret, tıkanmışlığı, tembelliği ve acizliği mazeret olarak sunamamanın sonucudur. Çünkü Cenab-ı Allah (.c.c) Nisa Suresinin 97-98. ayeti kerimelerinde mealen “Melekler, kendilerine zulmeden kişilerin canlarını aldıklarında, onlara,"Ne işte idiniz?" derler. Onlar da: "Biz yeryüzünde zayıf kimselerdik." derler. Melekler: "Allah'ın yeryüzü geniş değil miydi, siz de orada hicret etseydiniz ya?" derler. İşte bunların varacakları yer cehennemdir. O ne kötü gidiş yeridir. Ancak gerçekten aciz ve zayıf olan, çaresiz kalan ve hicret etmeye yol bulamayan erkekler, kadınlar ve çocuklar hariç..." buyurmaktadır. Ve Hicret, samimiyetin, kardeşliğin güvenirliğin diğer bir adıdır. Bu konuda Hz. Allah (c.c.) Nisa Suresinin 89. ayetinde “ Onlar, küfür işledikleri gibi, sizin de küfür işleyip kendileriyle bir olmanızı arzu ettiler. Onun için, onlar Allah yolunda hicret edinceye kadar içlerinden dost edinmeyin. Eğer bundan yüz çevirirlerse onları yakalayın ve bulduğunuz yerde öldürün; Onlardan ne bir dost, ne de bir yardımcı edinmeyin." buyurur. Gönlünü ve yönünü iyi bellemek ve iman – islam adına elif gibi durup öyle sipariş fetvalarla geri adım atarak, dinin ameli bakımından hicreti tarihte olmuş bitmiş bir vakıa olarak görmemeliyiz. Dünya durdukça devam edecektir. Hicretler…
Efendimiz (s.a.v.) “Küffarla kıtal edildiği müddetçe, hicret sona ermeyecektir.” buyurarak hicretin devamlılığına vurgu yapmıştır." Fetihten sonra hicret yoktur." hadisi şerifi ise İslam uleması tarafından Medine ile kayıtlanmıştır. Her mümin, hicreti göze alabilmelidir, hicreti göze alamayanlar, her zaman yanlarına zilleti almışlardır. Alacaklardır…
Hicreti tadan, kavrayan muhacir ve ensar topluluğu, Medine’yi hak etmiştir. Ensarlığa ve muhacirliğe hicret edemeyenler, Darun nedve'nin dayatmalarına boyun eğip hayatını o şekilde devam edecektir maazallah… Kutlu Peygamberin (a.s.v.) seçkin sahabesini, ondan sonra kılavuz olarak gördüğünü söyleyen her mümin ya muhacir olmalı, ya da ensar... Günahlardan savaşlara muhacir, küfürden islama muhacir, islamın ferden dahi yaşanamaz hale geldiği beldeden, ferden yaşanacak beldeye muhacir, Ebu cehillerin söz sahibi olduğu yerden, Mus’abların zemin hazırladığı yere muhacir, Cehenneme değil, sıratı müstakimden cennete muhacir... Evet! Müminin hicreti de muhacirliği de bu olmalıdır...
Bir hadiste şöyle buyurular: “Her kim Aşure Gününde ailesine ve ev halkına, akrabalar, yetimler, kimsesizler, konu komşular ikramda bulunursa, Yüce Allah (c.c.) da senenin tamamında onun rızkına bereket ve genişlik ihsan eder.” Tabi bu ayın en üzücü yanı da Muharrem’ine ait 10. gününde Hz. İmam Hüseyin (r.a.) 55 yaşında iken Sinan bin Enes isimli bir hain tarafından Kerbela’da hunharca şehit edilmiştir. Bu gadr ve zulmün arkasında Emevi Halifesi Yezid, onun Küfe valisi İbni Ziyad vardır. Yarım asır öncesinden Peygamberimizin bizzat haber verildiği bu ciğerleri yakan olay Hazret-i Hüseyin’i Cennet gençlerinin efendisi olma şanına yüceltmiştir.
Bu itibarla Kerbelasız bir dünya, birlik ve beraberlik içinde dil, din, ırk ayrımı yapılmadan her müslümanın kardeşçe huzur içinde yaşamasını ve 1436 Muharrem Hicri yılın hepimiz için tüm kötülüklerden halas olmamıza vesile olsun. Rabbim bizleri gerçek asrısaadetin muhacirlerinden eylesin.
Yusuf ÇAKICI
Yalıhüyük / KONYA