Günlerce 7 Haziran’la ilgili çene yorduk. Bilen de konuştu bilmeyen de... Kimi karamsar bir tablo çizdi kimi iyimser. Söylenmedik söz, çıkarılmadık göz bırakmadık. Nihayet sabırsızlıkla beklenen o gün geldi. Aylarca susan vatandaştaydı konuşma sırası. Gitti ve bir kelimeden ibaretçik sözünü söyledi.
Fırtına dinmişti o gün. Akşama doğru nefesler tutuldu; gözler ekranlara, kulaklar sandık sonuçlarına kilitlendi. Bir an önce öğrenmeliydi dört yıldır sustuktan sonra sadece bir gün ve sadece bir kelime söylemesine izin verilen vatandaşın ne dediğini. Sahi o ne demişti?
Vatandaşın ne dediğini, ne demediğini seçim akşamı başladık tartışmaya. Saatlerce, sağanak sağanak sonuçlar, değerlendirmeler, yorumlar: Kimine göre vatandaşın tek kelimeyle verdiği mesaj son derece açık ve netti: Halkımız açıkça “gidin, uzlaşın!” demiş, kimine göre ise “Hiçbirinize tam olarak güvenmiyorum!” demişti. Kimine göre köprü, yol, hava limanı gibi devasa yatırımların çok da umurunda olmadığını söylemiş, kimine göreyse iktidarın yeni şeyler söyleyeceği yerde dünde kalanları tekrar tekrar anlatmasına kızmış; ama gene de umudunun kızdıklarında olduğunu acı acı haykırmıştı.
Vay be!
Bu halk ne büyük söz ustasıydı! Dört yılın sonunda tek bir gün bir kelime söylemiş; ama bu tek bir kelimeyle ne çok şey söylemişti! Usta gazeteciler, akademik çevrelerden konunun uzmanları, araştırma şirketlerinin ünlü aktörleri, yılların siyasetçileri anlata anlata bitiremiyorlardı. İşte bir hafta geride kalmıştı; lakin halkın ne dediği/ demediği bilmecesi çözülebilmiş değildi; daha kim bilir bekli de önüne yeni bir sandık konuluncaya kadar merak edilecekti ne dediği/demediği.
Halimiz tıpkı şu meşhur “Boru Yetmedi” hikayesindeki gibi...
Fizikçi, matematikçi, kimyacı, jeolog ve antropologdan oluşan bir heyet bir araştırma için arazide bulunuyormuş. Birden yağmur bastırınca, bunlar da hemen yakındaki bir arazi evine sığınmışlar.
Ev sahibi bunlara bir şeyler ikram etmek için biraz evden ayrılmış. Bunlar ev sahibini beklerken, dikkatleri soba üzerinde toplanmış. Soba yerden 1 metre yukarda, altındaki dizili taşların üzerindeymiş. Sobanın niçin böyle kurulmuş olabileceğine dair, kendi aralarında tartışmaya başlamışlar.
Kimyacı:
-Adam sobayı yükselterek aktivasyon enerjisini düşürmüş, böylece daha kolay yakmayı amaçlamış.
Fizikçi:
-Adam sobayı yükselterek konveksiyon yoluyla odanın daha kısa sürede ısınmasını sağlamak istemiş.
Jeolog:
-Burası tektonik hareketlilik bölgesi olduğundan, herhangi bir deprem anında sobanın taşların üzerine yıkılmasını sağlayarak, yangın olasılığını azaltmayı amaçlamış.
Matematikçi:
-Sobayı odanın geometrik merkezine kurmuş, böylece de odanın düzgün bir şekilde ısınmasını sağlamış.
Antropolog:
-Adam ilkel topluluklarda görülen ateşe tapmanın daha hafif biçimi olan ateşe saygı nedeniyle, sobayı yukarıya kurmuş.
Bu sırada ev sahibi gelmiş. Ona sobanın yukarda olmasının nedenini sormuşlar. Adam demiş ki:
-Boru yetmedi!..
Vatandaşın ne dediği/ demediği öyle bilmece gibi filan olmadığı halde o bir kelimecik sözünün ne demeye geldiği konusunda günler geceler boyu kafa yorup da bir santim öteye ilerleyememenin bu zamanda pek hayra alamet bir durum olmadığına inanıyorum.
Vatandaş diyeceğini dedi. Sorumluluk mevkiinde olanların bunu unutarak ‘vatandaş gerçekten ne söyledi?’ noktasından ‘gereği düşünüldü’ safhasına bir türlü geçememeleri yaz ortasında cırcır böceği rolüne soyunduklarını düşündürmez mi?
Üstad Necip Fazıl Kısakürek’in söylediği gibi bir şeylerin lafını etmek kolay, şimdi iş inkılapta.
En nihayet millet, ağızlarıyla konuşanlardan çok işleriyle konuşanlara itibar edecektir.
Selamların en güzeliyle...