Burası Makam-ı İbrahim. Kâbe’nin kuzey cephesi.
İnsan boyundan birazca yüksek bir altın kafes. İçinde Hz. İbrahim’in mübarek ayak izi var.
Karşısı, Hicr-i İsmail (Hz.İsmail’in odacığı). Kâbe’nin bitişiği. Göğüs hizasında bir duvarla çevrili.
Kâbe’nin içine girip namaz kılmak isteyen Hz.Aişe annemize Güllerin Efendisi (sav) “Burası Kâbe’ye dâhil.” buyurmuş ve orada kılmasını söylemiş.
Kâbe yeryüzündeki ilk mâbed. Siyah örtüsüyle heybetli, muhteşem, mübarek…
Yüce Allah, Hz. Adam atamıza burada bir mâbed inşa etmesini emretmiş.
Kutlu Kâbe yıllarca müminlere mâbed olmuş.
Hz. İbrahim, Sare validemizin uzun yıllar çocuğu olmamış. Hz. İbrahim’in Hz. Hacer ile evlendirmiş ve Hz. Hacer İsmail’i doğurunca Sare onu kıskanmış ve evden uzaklaştırmasını istemiş Hz. İbrahim’den.
Hz. İbrahim zor bir imtihana tabi tutulmuş.
Çok sevdiği İsmail’ini ve eşini Mekke’ye getirip yerleştirmiş. Çıplak dağlar arasındaki ekilip biçilmeye müsait olmayan vadiyi seyrettikten sonra şöyle demiş:
“Rabb’imiz! Ben çocuklarımdan bir kısmını namazı dosdoğru kılmaları için senin Kâbe’nin yanına ekinsiz bir vadiye yerleştirdim. İnsanların bir kısmını onlara meylettir. Onları bazı meyvelerle rızıklandır ki şükretsinler!” (İbrahim, 37)
İlk mâbed, yıkılmış olmalı ki Hz. İbrahim’e yeniden inşa etme emri gelmiş.
Hz. İbrahim daima Allah’a yönelen ve ona teslim olan, itaat eden, yumuşak huylu bir peygamber…
Oğlu İsmail ile birlikte işe koyulmuşlar.
“İbrahim Kâbe’nin temelleri yükseltmeye başladı, İsmail ile birlikte dua ettiler: Rabb’imiz bizden kabul buyur. Şüphesiz sen işiten ve bilensin.
Ey Rabb’imiz! İkimizi yalnız sana boyun eğen Müslümanlardan kıl! Soyumuzdan yalnız sana boyun eğen bir ümmet meydana getir ve bize ibadet yollarını göster, tevbemize rahmetle bakıver. Şüphesiz tövbeleri kabul eden sensin, Rahim sensin.” (Bakara, 127-128)
“Biz Beyti (Kâbe) insanlar için emniyetli ve sevap kazanma yeri kıldık. Siz de Makam-ı İbrahim’de kendinize namazgâh edinin. Arıca İbrahim ile İsmail’e şöyle ahid verdik: Evimi hem tavaf edenler hem de ibadete kapananlar için hem rükû hem secde edenler için temizleyin!” (Bakara, 125
Hz. İbrahim oğlu Hz. İsmail ile de çetin bir imtihana tabi tutulmuş.
“Şunu da unutmayın ki Rabb’i, İbrahim’i bir takım kelimelerle imtihan etti.” (Bakara,124)
***
Zor imtihanın hikâyesi kısaca şöyle:
Hz. İbrahim, Rahman’dan bir evlat istemiş. Duası kabul olursa en çok sevdiği şeyi Rabb’ine kurban etmeyi adamış.
Kerim olan Allah, İsmail’i ikram etmiş.
İsmail zamanla büyümüş, serpilmiş.
Hz. İbrahim rüyasında oğlunu kurban ettiğini görmüş ve kendisine adağını yerine getirmesi emredilmiş.
Hz. İbrahim koç kurban etmiş.
En çok sevdiği şeyi kurban etmesi tekrar ihtar edilmiş.
Bir kurban daha…
Emir yenilenmiş.
Bir kurban daha…
Emir yenilenmiş, İsmail’i kurban etmesi istenmiş bu defa. En çok sevdiğini…
Hz. İbrahim, çetin bir imtihanla denenmiş.
Oğlunu yanına almış, birlikte Müzdelife’ye gitmişler.
Hz. İbrahim, emri İsmail’e anlatmış.
İsmail’in boğazı düğümlenmiş, gözleri yaşarmış olmalı.
İtaatkâr evlat, emre boyun eğeceğini söylemiş:
“Babacığım, ne ile emrolunduysan yap!”
Hz. İbrahim, Müzdelife’deki tepenin yamacında oğlunu kıbleye doğru yatırmış ve bıçağını önce kendi yüreğine sonra oğlunun boğazına çalmış.
Bıçak kesmemiş.
Tekrar çalmış.
Kesmemiş.
Tekrar…
Öfkeyle bıçağı taşa çalmış, bıçak taşı ikiye bölüvermiş.
Bıçak da emirle hareket ediyor, kesme emri aldığı için İsmail’i kesmiyor, iş taşa gelince onu karpuz gibi doğruyor.
Baba-oğul bu çetin imtihanı kazanmışlar. Yüce Allah, onların niyetlerini kabul buyurmuş ve gökten koç göndermiş, Hz. İbrahim, İsmail’in yerine koçu kurban etmiş.
O gün bugün Hz. İbrahim’in sünneti olarak Kurban Bayramı’nda zenginler kurban keser ve etini fakirlerle paylaşırlar.
İmtihanı kazanan İbrahim ve İsmail’in hatıraları var Kâbe’de.
Kâinatın Efendisi (sav) Mekke’nin fethi günü, Kâbe’yi putlardan temizledikten sonra Makam-ı İbrahim’e gelip iki rekât namaz eda etmiş.
Bu gün de ziyaretçiler tavafı tamamladıktan sonra Güllerin Efendisi’ne iktidaen Makam-ı İbrahim’de iki rekât namaz kılar ve dua ederler.
Hicr-i İsmail, Kâbe’nin bitişiği, Altınoluk’un altı ve en çok namaz kılınan makam.
Hz. İbrahim başlangıçta dağlar arasında, ekilip biçilmeye müsait olmayan bu vadideki binayı ziyarete kim gelir diye düşünüyor.
Yüce Allah emir buyurmuş:
“Sen çağır!”
Hz. İbrahim insanları Kâbe’de ibadet etmeye çağırmış. O gün bugün insanlar sel gibi buraya akıyor.
Kâbe’nin Yeniden İnşası
Yıllar sonra Kureyş, sel suları ile yıkılan Kâbe’yi yeniden inşaya karar vermiş. Bütün kabileler el ele verip inşaata girişmişler.
Kâinatın Efendisi(sav) inşaatta bizzat çalışmış, taş taşımış.
Binanın temelleri göğüs hizasına kadar yapılınca sıra Hacerülesved’i yerine koymaya gelmiş.
Her kabile bu kutlu görevi kendisi yapmak istiyormuş. Kavga çıkmış. Kabileler kılıçları çekmişler.
Problem çözülemeyince hakeme müracaat etme kararı almışlar.
İkindi vakti Harem’e ilk gireni hakem yapalım, demişler.
İkindi üzeri herkes Kâbe’ye gelecek hakemi beklemeye başlamış.
Merak ve heyecandan nefesler tutulmuşken herkesin tanıdığı, güvendiği, sevdiği Emin Muhammed (sav) çıkagelmiş.
Emin ve ölçülü adımlarla.
Orta uzun boylu kamet, düz dalgalı siyah saçlar, beyaz-kırmızıya çalar ten, geniş omuzlar, siyah kaşlar, ok gibi istikamette uzun kirpikler, Kâbe karası siyah gözler…
Herkesin gözü onun üstünde.
Etrafını almış ve problemi anlatmışlar.
Emin insan düşünmüş, tartmış ve karar vermiş:
“Bir bez getirin! Hacerülesved’i üzerine koyun! Her kabileden bir kişi ucundan tutsun!”
Herkes memnun, herkes müsterih, herkes onun kararına hayran…
Her kabile Hacerülesved’i yerine koyma şerefine ortak olacak.
Emir derhal yerine getirilmiş.
Taş, duvar hizasına kadar kaldırılınca Güllerin Efendisi (sav), Hacerülesved’i mübarek elleriyle alıp yerine koymuş.
Hz. Adem’den beri Kâbe her dakika binlerce insanın ziyaret, zikir, ibadet ve dua mekânı.
Gönüllerin, gözlerin ve bütün latifelerin huzur ve huşu ile Allah’a yöneldiği nurlu mâbed…
Kalplerin sahibi ile konuştuğu kutlu mâbed, gönüllerin huzura erdiği cami…
Hicr-i İsmail, Gözyaşı Yurdu
Kâbe ibadet, dua ve niyaz makamı. Pişmanlık, tövbe ve gözyaşı dökerek niyaz makamı.
Hele de Hicr-i İsmail. Kâbe’nin güney cephesindeki Altınoluk’un altında bulunan bir kutlu mekâna bu akşam girip nama kılmak ve dua etmek nasip oldu. Cevşen’den bir bölüm okudum.
Burası gözyaşı yurdu.
Rahmetli babam için tavaf niyet edip ilk şavtın duasını bitirdim. Henüz şavt tamamlanmamıştı ki kendimi Hicr-i İsmail’de buldum. Namaz kılacak kadar bir yerin açılması için hayli bekledim. Sonunda karayağız bir delikanlı işaret etti, yerini bana verdi.
İçeri girer girmez kulağıma iniltiler doldu.
Derinden derine iç çekenler… Hıçkıranlar…
Kâbe duvarına ellerini dayayıp hüngür hüngür ağlayanlar…
Çocuklar gibi hıçkırıyor bir ihtiyar. İki elini birden Kâbe örtüsünü dayamış, ayakta. Başı tıraşlı, başında beyaz takke, bembebeyaz elbiseli, sırtında siyah çanta. İnim inim iniliyor, sonra hıçkırmaya ve sesli sesli ağlamaya başladı.
Sarsıla sarsıla…
Namaza durdum ve iki rekâtı tamamlamak istedim. Secdeyi uzattım.
Yanı başımdaki siyah sakallı, siyah derili, beyaz elbiseli, beyaz takkeli, orta yaşlı adam sesli sesli dua ediyor.
Yalvara yakara… Ağlaya sızlaya…
Sesi kesildi bir ara. Hıçkırdı. Tekrar duaya başladı.
Boğazı düğümleniverdi. Yutkunma sırası bana gelmişti…
Gece vakti, ay ışığı tepede. Asıl ışık gönüllerde…
Bir süre oturup Kâbe’yi seyrettim. Siyah örtü üstündeki metinleri okumaya çalıştım:
“Lâilâhe illellah! Muhammederrahsulüllah!
Sübhanallahi ve bihamdihi, süphanallahil-azim.
Ve Esma-i Hüsna isimleri…
“Kullarım sana beni soracaklar. De ki ben onlara yakınım, dualarına cevap veririm.”
Kâbe’yi seyretmek huzur.
Beytullah’ı temaşa etmek manevî bir ikram.
Allah’ın evinde olmak, onun huzur sofrasında bulunmak gibi lezzetli…
Namazdan sonra arkama baktım.
Siyah feraceli, siyah derili, gözlerinin akı ışıl ışıl hanımlar. Hicr-i İsmail’in yarısını doldurmuş. Kıyamda, rükûda, secdede siyah feraceler…
Daha sonra Türkçe konuşan hanımların sesleri kulağıma doldu.
Bu kutlu mekânda ne kadar kaldım, bilmiyorum.
Normalinde mermerlerin üzerinde oturmak ayaklarımı acıtıyordu, burada ağrı, sızı ve acı duymuyorum.
Teravihi Kâbe içinde kılmaya karar vermiştim ki…
Üniformalılar geldiler…
“Ya hac!.. Uhrucu!..Y’allah!..”
Namaz kılınacak, boşaltın diyerek bizi uğurladılar.
Rükn-ü Yemani’de yatsıyı kılmaya karar verdim fakat…
Tuttuğumuz saf öndeymiş. Saf arkada diyerek üniformalılar bizim safı dağıttılar.
Arka safta yer tutamadım. Ümmet sıkı sıkıya birbirine kenetlenmiş.
Tavafı tamamlamaya karar verdim.
Ezana kadar yedi şavtı bitirdim, elhamdülillah.
Ön saflardan Hacerülesved’in karşısında yatsıyı kıldım ve duaya durdum:
“Ya Rab! Evinde yaptığımız rıza-yı İlahiyi dair dualarımızı kabul et!
Ümmet-i Muhammed’e(sav) birlik ve beraberlik nasip et!
İhtilafları ittifakı, ayrılıkları birliğe, dağınıklığı tevhide çevir! Ey gücü her şeye yeten Allah’ım! Senden istiyoruz, sana yalvarıyoruz, senden medet bekliyoruz. Ümmet-i Muhammed’e (sav) ittihad-ı İslam’ı tesis etmeyi ve nizam-ı âlemi inşa etmeyi nasip eyle!
Amin!..”