banner202

banner203

BİST
ALTIN
DOLAR
STERLİN
EURO

banner176

Biraz efkarlıyım, evet. Başlığın gösterdiği adresin rahmetli Neşet Ertaş oluşu çok mu ele veriyor efkarımı?

 

        Düğün, bayram, cenaze üçlüsüne indirgediğimiz karşılaşmalarımızda soruyoruz kaybolup gittiğimiz alemlerimizi: Yahu, neredesin sen?

 

        Soruyu yavan bir alışkanlık saikıyla, öylesine, söz ola beri gele kabilinden sormadıysan şunu mu demek istedin?

 

        Varsın ki var olduğunu biliyorum, merak ettiğim şu: Nerelerdesin, kimlerlesin, nicesin?

 

        “Gönlüm hep seni arıyor/ Neredesin sen?” yüreklice sorulmuş bir Neşet Ertaş sorusu. Neşet Ertaş sorusu aşık sorusu. Zaten sen de onun gibi soruyor değilsin. Onun gibi sormuyorsan da boş ver, ne önemi var nerede olduğumuzun? Hem var olduğumuz nereden belli? Varlığının izi görülmeyen, bırak nerede olursa olsun! Hem, ben biliyor muyum sanki nerede olduğumu?

 

        Neredesin sorusuyla karşılaşır karşılaşmaz önce muhatabın yaşadığı mekanları mı düşünmeli insan? Bu sorunun başka karşılığı da olmalı...

 

        İşte gene bir bayram arifesindeyiz ve insanların bayramı bayram gibi yaşamaması için her türlü şenaati işlemeye başladılar. Başladılar demek tuhaf kaçtı, biliyorum. “Ne vakit vaz geçtiler ki?!” dediğinizi duyar gibi oldum anında.

 

        Haber bültenlerine anarşi ve terör bültenleri dense de olur kanaatine ulaştığımız zamanlar oldu. Aylar yıllar var ki ülkenin bir yerlerinde huzur olmayınca ağzımızın da bir tadı olmuyor. Geçen yıl neredeyse ramazan ayı boyunca İsrail denen terör devletinin karadan, havadan ve denizden küçücük bir kara parçasını bombalarla darmadağın edip haneleri başlarına yıkılan Gazzelilerin parçalana parçalana ölümlerini izlemiştik de bayram günlerine içimiz buruk girmiştik; boğazımıza dizilmişti cümle ikramlar.

 

        Neredeydik, kimlerleydik, kimdik?

 

        Eşkıya Anadolu’mda yol kesiyor, nakliye araçlarını yakıyor, barajmış, yolmuş fark etmiyor nerede bir taş üstüne taş koyma girişimi varsa şantiyeleri basıp iş makinelerini ateşe veriyor, sınırlarımızı bekleyip kaçakçılara engel olmaya çalışan askere “defolun buradan!” diyor, kafa tutuyor. Her haberle etrafımızdaki ateş çemberinin biraz daha daraldığını, ümüğümüzün biraz daha fazla sıkılır gibi olduğunu hissediyorsun. Görüyorsun, biliyorsun. Bunlar olup biterken sen nerdesin, kimlerlesin, nicesin?

 

 

 

        Hakkı tasdik edenlerin hakkın yanında olmaları gerekmez mi?

        İsmet Özel’in “Waldo Sen Neden Burada Değilsin?” adlı eserinde kitabın adına kaynaklık eden iki arkadaşın hikayesi özetle şu şekilde nakledilir:

Amerika'da Meksika'yla yapılan savaşı protesto etmek için ödemesi gereken 1 dolarlık seçmen vergisini ödemeyip bir gecelik hapse düşen Henry David Thoreau'nun ziyaretine çok sevdiği dostu gelir.

Kendisinden 14 yaş büyük olan ve birçok özgürlükçü düşünceyi kendisiyle paylaşan Raplh Waldo Emerson, telaşla arkadaşını görmek üzere onun hücresine girdiğinde aralarında şöyle bir konuşma geçer:
"- Henry, neden buradasın?"
"- Waldo, sen neden burada değilsin?"

         Neredesin? sorusuna biraz da bu taraftan bakmayalım mı?

        Sen, ben hakkın yanında olamadığımız orada bir güç oluşturmadığımız sürece batıl mevzi kazanıyor, kazandığı mevzileri tahkim ediyor. Bu böyledir ve hep böyle olagelmiştir. Tabiatta boşluk yoktur.

 

        Sen ey nefsim! Sen nerdesin, kimlerlesin, nicesin?

 

        Hastalıklı bir bedende bünyeyi ateşlendiren virüslerin neden farkında değilsin? Yoksa hastalığın son evresinde mi gitmeyi düşünüyorsun doktora?

        Sen virüslerinle birlikte yaşamayı öylesine alışkanlık haline getirmişsin. Onlardan da beter olmuşsun!

 

        “Şeytanın adımların tabi olmayın; çünkü o sizin apaçık düşmanınızdır!” buyuran Allah, bizim kötülüğümüzü mü istiyor?

 

        Ortası yok bu gidişin. Düşünce ve eylemlerinle ya Hakkın tarafında olursun ey nefsim ya şeytanın yanında.

 

        Başlarına kapkara çuvallar geçirilip, bilekleri domuz bağlarıyla bağlanmış Uygurların, kaçıp sığındıkları ülkeden nereye götürüldülerse,  uçaktan indirilirlerken çekilmiş görüntülerini verdi televizyonlar. Halleri mezbahaya götürülür gibiydi. O görüntüleri izlerken Arif Nihat Asya’ın ‘Ağıt’ şiirini hatırladım:

“Ağlayın, parmakları nur

        Sularından kınalı kızlarım

Ağlasın Meraga göklerinden
Meraga'ya bakıp yıldızlarım

Yollara Kürşadlar uzanmış ölü
Ağlasın Ak ülke, ağlasın Süt gölü
Yiğitlerim uyur gurbet ellerde
Kimi Semerkant'ta bekler beni
Kimi Caber'de

Caber yok, Tiyanşan yok, Aral yok
Ben nasıl varım?
Ağla ey Tanrı dağlarından
İndirilmiş Tanrım!

Şu yakın suların
Kolu neden bükülmez
Fırat niçin, Dicle niçin, Aras niçin

Benden doğar, bana dökülmez?”

 

Sonra...

Rahmetli Neşet Ertaş’ın o yanık sesi geldi kulağıma. Dikkat ettim, o meşhur ‘Neredesin Sen’ türküsündeki yana yakıla arayışı devam ediyordu:

 

“Sinemde gizli yaramı kimse bilmiyor 
Hiç bir tabip bu yarama melhem olmuyor 
Boynu bükük bir Garibim yüzüm gülmüyor 
Gönlüm hep seni arıyor neredesin sen?”

 

        Bayramınızı tebrik ediyor ümmetin uyanışına, birlik ve dirliğine vesile olmasını diliyorum.

 

        Selamların en güzeliyle...

 

Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.