Sabahın erken saatleri...
Komşuyla namaz çıkışı evlerimiz aynı sokakta olduğu için bir süre birlikte yürürüz. Hiç konuşmadan, havayı koklayarak, o güzelim anın tazeliğini, renklerini ve seslerini adeta yudumlayarak...
Güneş doğmak üzeredir. Komşum her sabah olduğu gibi büyük bir telaş içinde olduklarını belli eden kuş seslerine dikkat kesilir ve nihayet konuşur: “Alah’ım şükürler olsun ki yeni bir güne uyandırdığın kulun; kereminle, evine bir cennet serinliğinde ve bu sesleri dinleyerek yürüyebiliyor, bu ne güzel hediye!” demekten kendini alamaz.
Ben, komşumun Rabbine teşekkürünün önemini, cami avlusunda her karşılaşmamızda memleketinin ne durumda olduğunu soranlara bomba seslerini taklit ederek evlerinin, köylerinin havaya uçurulduğunu anlatmaya çalışan Suriyeli Muhammed’i gözümün önüne getirerek düşünürüm. Muhammed’in geldiği diyarlarda aylar yıllar var ki kuş seslerinin korosuyla başlayan sabahlar bomba ve kurşun sesleriyle kayıplara karışmıştır. O da iki yıldır mahallemizde oturan, ara sıra camiye gelip giden komşularımızdan biri. Bize huzur ve sürur veren kuş seslerinin ona ne söylediğini düşünürüm.
Yaşadığı mekanlarda sokaklarının her an karışabilme istidadı kazandığı için gece gündüz kendini güvende hissetmeyen insanların her an bir güvercin ürkekliğiyle tedirgin yaşadığı köyleri, kasabaları ve karanlık hesaplarının tahakkukuna kilitlenmiş kara vicdanlı insanların dolaştığı kentleri düşünürüm.
Kim bilir kaç saate varan yorgunluktan sonra birazcık huzur bulamak için sığındıkları evlerinde tatlı rüyalarına dalmak üzerelerken apansız uyandırılıp elleri ve ayakları bağlandıktan sonra kafalarına birer kurşun sıkılarak hayatlarına son verilmiş 23- 25 yaşlarındaki güvenlik görevlilerini düşünürüm. Bir sabah kuş sesleri yerine ciğerparelerinin şehit edildikleri haberiyle düşleri katledilen anneleri, babaları, kardeşleri, eşleri, çocukları düşünürüm.
Mehmet Akif merhumun Bülbül şiirinin feryat figan dizeleri gelir aklıma: “Teselliden nasibim yok, hazan ağlar baharımda” diyen şair sanki yurdumuzun işgal edildiği, mukaddesatımıza bıçak saplandığı zamanların ıstırabını değil coğrafyamızın her tarafından kan damlayan bugünkü içler acısı halini anlatmaktadır.
İşte 20 Temmuz Suruç saldırısından sonra bu elim olayı bir işaret fişeği gibi hesaplayan huzur bozucular yine çıktılar sahneye. Memlekette bayram havası çabuk bozuldu. Yurdumuzun güneydoğusunda artan ölümlü terör eylemleri sebebiyle sabahları duyulan kuş sesleri yerini kurşun seslerine ve ağıtlara bırakmış durumda.
Gün, sahip olduğumuz nimetlerin kadrini bilerek, bu ülkenin çocuklarının ayağa kalkmalarını istemeyenlerin oyunlarını görüp “Allah’ın ipine sımsıkı sarılarak” birlik olma günüdür diye düşünürüm. İçimize sokulan tefrikalar sebebiyle pare pare edilip lime lime doğrandığımız yetmedi mi deyip kendilerine itaat etmememiz halinde ölümlerden ölüm beğenmemizi isteyenlere inat ayakta durma irademizi kullanma günüdür diye düşünürüm.
Tarık Buğra'nın Ayakta Durmak İstiyorum adlı oyunundaki oyuna ad olan olay gelir aklıma. Sovyet askerleri, bir odaya hapsettikleri “özgürlükçü” Macar gençlerinden oturmalarını isterler. Gençlerden biri bu emre uymaz ve bütün tehditlere rağmen ayakta durmakta ısrar eder.
Gün bu milletin ayakta durmasını istemeyenlerin bu küstah tavırlarını sergilerken güçlerini şerde ittifak etmelerinden aldıklarını bu nedenle ‘Rabbimiz Allah’tır, O’ndan büyük yoktur’ diyenlerin de onlar gibi birlik olmadan güçlü olamayacakları gerçeğini idrak edip bu basiretle hareket etme günüdür.
Antalya Devlet Tiyatroları Selim Gürata’nın yönettiği Ayakta Durmak İstiyorum adlı oyunun konu tanıtımında şu sözlere yer vermiş: “Ne yapar, mutluluğu ve özgürlüğü nerede bulur insan? Kendinden öte başkalarını, bireyden öte toplumu, evinden öte ülkesini düşünmez mi?... Ayakta durmak, yalnız kendimiz ve kendi görüşümüz için değil, başkalarıyla el ele, ortak bir duygu ve bilinçle, ülkemiz için, dünya için ayakta durmak... Ben insanım, bütün insanlığım. Ve ayakta durmak istiyorum! Ayakta durmak İstiyoruz!”
Bunu yüksek sesle haykırabilmek için bu coğrafyanın yüzyıllardır birbirine kırdırılan çocuklarının öncelikle aynı milletten yani İbrahim milletinden olduklarını hatırlamaları gerekiyor. Aynı milletten olduklarını hatırlayamayanlar aralarında kardeşlik hukukuna uyabilirler mi?
Selamların en güzeliyle...
H. Halim Kartal 25 Temmuz 15