Osman Gazi, Şeyh Edebali’nin evinde misafir bulunuyordu. Bir rüya gördü. Rüyasında göbeğinden çıkan bir ağaç büyüdü büyüdü ve dört iklime uzanıp karaları denizleri gölgeledi. Asya, Avrupa, Afrika kıtaları bu ağacın altında kalıyor, İstanbul dâhil sayısız şehir ve kasabanın üzerinde hilaller parlıyordu. Osman Gazi heyecan içinde uyandı ve Edebali’ye rüyasını anlattı. Şeyh Edebali rüyayı yorumladı ve “Ey Osman! Sana ve soyuna Hak Teâlâ Padişahlık ihsan buyurdu. Dünya, evladının himayesinde olacaktır” dedi.
Osman Gazi’nin gördüğü ulu rüya aynen gerçekleşti. Osmanoğulları üç büyük kıtaya yayılıp dünyanın en kudretli devletini kurdular.(Türk-İslam Ansiklopedisi cilt:3 Sayfa:406)
Osman Gazi aynı zamanda kayın pederi de olan Şeyh Edebali gibi İslam hukukunu iyi bilen (Fakih) kişilerle dine ve örfe dayalı bir devlet düzeni kurdu. Osmanlı üç kıtaya adaleti, kardeşliği, saygıyı, adabı, asaleti, barışı getirdi. Irkı, rengi, dili, dini ne olursa olsun bütün mazlum milletler Osmanlının himayesine sığındı. “İlâ-yi kelimetullah” gayreti bütün İslam ülkelerini tek bayrak ve kültür altında birleştirdi. “Hilafet” in İstanbul’a getirilmesiyle de İslam milletleri Osmanlı bayrağı altında toplandı.
Asırlarca üç kıtayı gölgeleyen “ulu çınar” ın haşmeti emperyalist devletleri tedirgin etti. Avrupalılar öç alma, hınç çıkarma fırsatı kolladılar. Zamanla “Ulu ağacın” gövdesine “kemirgenler” musallat oldu. Dallarına zararlı kurtlar düştü. Sayesinde huzur bulanların bile ihanetine uğradı. Aldığı darbelerle sarsıldı, sendeledi. Yedi düvelle baş edemedi ve devrildi. Atalarımız “yıkılan ağaca balta vuran çok olur” demişler. Gölgesinden korkanlar bile aslan kesildi. Ulu çınarın gövdesini parçaladılar, dallarını kırdılar, yapraklarını sopaladılar. 623 sene süren Osmanlı hâkimiyeti 1922 senesinde son buldu.
“Her ümmetin bir süresi (eceli) vardır. Süreleri gelince ne bir an geri kalırlar, ne de ileri giderler” (Kur’an-ı Kerim Yunus Suresi:49)
Vahiy medeniyetini temsil eden “Hilafet” kurumu da kaldırıldı (1924). O gündür bu gündür ne dünya huzur buldu ne İslam âlemi ne de ülkemiz. Dünya sersemledi, dengesini yitirdi. Avrupa vicdanını kaybetti. ABD hırçınlaştı. Teknolojik üstünlük ile mağrur olanlar dünyayı “işkence yuvası” na çevirdiler. “Tek dişi kalmış canavar” dünyaya hâkim oldu. Dünya “beş güçlü devlet” in emrine girdi. “Ölsün, ölmesin”, “olsun, olmasın” kararı bunların iki dudağı arasında. Osmanlı tarihten çekileli İslam coğrafyası en dramatik halini yaşıyor. Yüz sene önce Osmanlının himayesinde huzur içinde yaşayanlar şimdi ateş çemberinin içindeler. Meşhur İslam merkezleri harap oldu. Şehirler ateşe verildi. Haneler yıkıldı, yurtlar virane oldu. İnsanlar gama kedere boğuldu. Din adına dindaşını öldüren (sapık) dindar örgütler ortaya çıktı. O gün “odun” ile “ulu çınar” ı fark edemeyenler bugün “Geri gel ey Osmanlı” diye feryada başladılar.
Ülkemizde de garip şeyler oldu. Osmanlı savaşların, geri kalmışlığın sebebi olarak suçlandı ve bütün Osmanlı mirası reddedildi. O günün muktedirleri batı kültür ve medeniyetini yerleştirmek için gücün her çeşidini denediler. “Laiklik” uzun yıllar “din düşmanlığı” olarak uygulandı. Dua, mevlid, ilahi okumak bile devlete başkaldırış olarak görüldü. Başörtüsü yakın geçmişimize kadar “Laiklik karşıtı eylem” olarak değerlendirildi. Milli-manevi değerleri savunanlara yapılmadık zulüm, takılmadık yafta kalmadı. Bu mazlum ve mağdur kesim, kendilerine zulmü reva görenleri ecnebilere şikâyete bile tenezzül etmediler. Sabrettiler, tevekkül ettiler ve sonuçta vekil, bakan, başbakan, cumhurbaşkanı seçildiler. Sistemin yanlışlarını düzelttiler.
Amacım Osmanlının tarihten silinmesine ağıtlar yakmak değildir. Tarihin “yuvarlak gibi” döndüğünü belirtmek istedim.
Biz acılarla yoğrulmuş bir mirasın evlatlarıyız. Ecdadımıza çok kara günler yaşattılar. Çok canlar feda oldu bu topraklar için. Anadolu’da kan akmayan toprak kalmadı.
Batı insanına göre biz Anadolu’da yabancıyız ve güya onlar için tehlikeliyiz. Dün olduğu gibi bugün de Avrupa’nın tarihi düşmanlığı devam ediyor. Marksizm, sosyalizm, komünizm, Leninizm v.s hepsi Avrupa’nın malıdır. Hepsinin ortak hasmı da milli manevi değerlerimizdir. Ülkemizde kin ve nefreti köpürten bunlardır. Yakan, yıkan, insan öldürmek için insanları sokaklara döken bunlardır. Ülkeye, millete ihanet eden, bölücü Marksistlere arka çıkan da bunlardır. Her zaman aramıza fitne ve fesadı saldılar. Derdin biri bitse bir başka belayı başımıza doladılar. Milletimizin bu şer odaklarıyla kan uyuşmazlığı vardır. İçlerinde intikam duygusu fokurdayanlarla diyalog olur mu? Bizim de ecdadımız gibi bu topraklarda var olma, hayatta kalma mücadelemiz devam edecektir. Evlatlarımız dün olduğu gibi bugün de bu dava için şehit olmaktadırlar.
Bizim ecdadımız Yemene, Fizana, Hicaza gitti. Yara sarmak gözyaşı silmek için, can kurtarmak için gitti. Bir fincan petrol bile getirmediler. Acaba Avrupalıların Anadolu’da, Çanakkale’de ne işleri vardı? Dünkü ortak acılarımızın yüklendiği Yemen ve Çanakkale türkülerini unutmayacağız. Bugün de şehitlerimize yapılan yürek burkan ağıtlara ortak olacağız. Bugün etrafımız ateş çemberi. Ülkemiz bu bölgede tek güvenli yurt. Dünyanın en cömert ülkesi biziz. Gariplerin, darda kalanların sığınakgâhı biziz. Canını, namusunu korumak isteyen bize sığınıyor. Bizim gidecek neremiz var? Milletimizin büyük çoğunluğu milli- manevi değerlerine bağlı. Birbirimize olan kusurlar itiraf edilir. Hatalar telafi olur, tartışılır, eleştirilir. Bazen kavgaya bile tutuşabilir olsak da, bazen de sarılmalıyız. Bugün o gündür. Birbirimizin halini yine en iyi biz biliriz. Biz birbirimize acımazsak bize kim acısın. Başımız dara düşse Anadolu’dan başka toprağımız, birbirimizden başka varıp sığınacağımız kimsemiz yok.