Muhterem Anacığım,
Seninle söyleşmeyeli hayli oldu, sohbetini özledim. Dün ziyaretine geldim, kapın kapalıydı. Kapıya Fâtiha ve Yâsin paketi bırakıp gam yüklü kalbimle geri döndüm.
Epeydir kapının açmıyorsun anne, hâlbuki eskiden köy meydanındaki evinde kapı zilini çaldım mı hemen eşikte biterdin, kucaklaşır, koklaşırdık...
Ah, o cennet kokularına benzer ana kokusu!..
Yeni evine taşınalı elini öpmeye hasretim; o zayıf, ince damarlı, düzgün kemikli, tespih çekerek nurlanmış, ak ellerini...
Ak ellerini öpmek bir saadetmiş ana...
İnsan sahip olduğu nimetlerin değerini kaybedince anlıyor.
Akşam köydeki evimize senin çok sevdiğin misafirler geldi. Dayının kızı Havva Teyze'yi bilirsin, kocası Ahmet Dayı ile de babam çok iyi arkadaş idiler. Oturduk, yarenlik ettik.
Senin emek emek yaptırdığın balkonu görmemişler, çok beğendiler. Sohbetten sonra saat 24'e geliyordu, geç vakit onları uğurladım.
İkisi de beli bükülmüş vaziyette yola çıktılar, ellerinden baston. Hele Havva Teyze, iyice iki büklüm yürüyor.
Onlar senin misafirlerindi anne, senin eski evinde, seni anarak ben ağırladım.
Bu evin her tarafından sen varsın anne... Sensiz odalar, ak ellerinin dokunduğu tepsiler, tabaklar, bardaklar... Nurlu alnının secdeye vardığı seccadeler, nurlu parmaklarının çektiği tespihler... Bu ev sensin anne! Her köşesinde hâlâ sen varsın, bu senden ibaret anne...
Misafirlerinle konuşurken hep seni hatırladım.
Hac hatırlarını anlattılar, gözümün önüne senin hatıraların geldi.
Ömer dayının oğlu Dursun ve geliniyle umreye gitmiş, sonra da hac mevsimine kadar Kâbe misafiri olmuş, üç ay Kâbe'de ibadet zevkine doymuştunuz... Hep anlatırdın.
Eski evinin bahçesinde saksıya diktiğin fidanları toprağıyla alıp yeni evinin önüne taşıdım. Sana zahmet olmasın diye dün geldiğimde ağaçlarını sulayıverdim. Dut ağacı boyumu aştı, baya büyüdü. Badem de öyle. Yalnız pelitler henüz diz boyu bile olmadılar, yavaş büyüyorlar.
Eskiden çiçeklere pek meraklıydın anacığım, evin avlusu çiçek bahçesi gibiydi. Balkon merdivenleri bile çiçek saksılarıyla dolu olurdu.
Yeni evinde ağaçlarla bile ilgilenmez oldun.
Bu sene gelininle ramazanda umreye gitmek nasip oldu. Bir ay boyunca hatimle teravih kılmanın, Kâbe karşısında Kur'an okumanın, uzun rükular ve secdelerle namaz kılmanın hazzıyla doldu kalbimiz.
Orada da hep sizi hatırladık, babam için de senin için de umre ve tavaf yaptım.
Havva Teyze ile Ahmet Amca'ya zemzem ve hurma ikram ettim. Ayağa kalkıp dua ederek içtiler. Sonra da hac ve hicaz hatıralarını konuştuk. Hacerülesved, Hatim ve Hicr-i İsmail'de dua ve ibadet etme lezzeti...
Ahmet Amca tutturmuş avucunun içini öpeceğim diye.
"Senin elin Hacerülesved'e değmiştir, o mübarek taşa değen el öpülür."
Hocası öyle demiş.
Öptürmedim tabi, 88 yaşında adam, babamın emsali.
Anne, konu komşu epey ahbap ve akraba ziyarete geldiler, zemzem ve hurma ikram ettik.
Gözlerim hep kapıda...
Sen gelmedin anne...
Belki de gelemedin, cennet evindesin ve fani dünyaya dönüp bakmıyorsun.
İnsan bir kere de kalkıp eski evine gelmez mi anacığım?
Sana da zemzem ve hurma ikram etmeyi, ak ellerini öpmeyi, duanı almayı ne kadar isterdim...
Kâbe etrafında pervaneler gibi döndüğünü, Hacerülesved önünde secdeye kapandığını, Kâbe örtüsüne elini sürdüğünü anlatmanı çok isterdim.
Hele senin ne çok hatıran vardır. Dile kolay üç ay kaldın... Öyle de güzel anlatırdın ki...
Hicr-i İsmail'de iki rekât namaz kıldım, tadı hâlâ damağımda... Oraya insan girdiği zaman kalbi ürperiyor. Bir kere Kâbe duvarına yapışmış elleri, hıçkıra hıçkıra ağlayan kocaman kocaman insanları görür de insanın yüreği ağzına gelmez mi?
O sakallı, sarıklı ve zayıf bedenli ihtiyarı hiç unutmayacağım, daha doğrusu unutamayacağım. İki elini birden Kâbe örtüsüne dayamış, hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Ağlayan sadece o değildi. Hicr-i İsmail, gözyaşı sel olmuş, yufka yürekli, kalbi Kur'an nurları ile cilalanmış müminlerle doluydu.
Ben de doya doya ağladım. Secdeleri uzattım, sübhane rabbiyel âlâların tadını çıkarttım, ürperen kalbimin çığlıklarını dinledim.
O ürpertiler arasında seni, babamı, amca ve teyzelerimi tek tek andım, size dualar gönderdim. Namazdan sonra cevşen okudum. Ah, Kâbe'de yapılan duanın haşyeti ve lezzetine doyum olmuyor...
Ah anacığım!.. Çatısız, bacasız, kapısız, penceresiz, zilsiz ve çiçeksiz evine taşınalı ak ellerini öpmeyi, tatlı sohbetini dinlemeyi, sana hasretle sarılmayı öylesine çok özledim ki...
Yine ziyaretine geleceğim. Sana sarılmanın hayaliyle köye geliyorum, ak ellerini öpmenin hayaliyle kapına geleceğim, nurlu ellerini öpme hayaliyle ağaçlarını sulayacağım... İkindi üstü... Dudağımda Yâsin, Fetih, Rahman, Tebarek, Amme, İhlâs ve Fâtiha paketi olacak. Sakın bu defa kapıyı açmayı unutma, paketler elimde kapıda kalmayayım.
Ak ellerinden öperim...