Mızmızlar, mızıkçılar ülkesi olup çıktık...
Neden mi?
Neredeyse yazdan güze her günümüz, siyaset sahnemizin aktörleri arasında şu kabil muhavereleri dinlemekle geçti.
-Seçmen böyle istedi kardeş, gel ülkemizi beraber yönetelim.
-Seninle asla!
-O halde sen yönet!
-Ben muhalefetim, ötekilerle anlaş.
-Anlaşmaya yanaşmıyorlar...
-Bana ne, bana ne, bana ne!
-Ülkeyi erken seçime götürelim!?
-Seçimden yeni çıktık, hadi çek arabanı!
-Azınlık hükümetine destek verin o halde!
-Hiçbir şekilde azınlık hükümetine kapı aralamayız.
-Geçici seçim hükümetine üye ver.
-Vermem!
-Kardeşim zor zamanlardan geçiyoruz; bak, ülke yangın yeri gibi!
-Olsun, ben mi getirdim?
-Gel, bu yangını beraber söndürelim!
-Yangını kim çıkardıysa o söndürsün!...
...
Vatandaş tarafında durum aşağı yukarı aynı.
- İstediği sonuç çıkmadı diye Saray çıkardı bu savaşı!
- İnsaf be, barış için en çok uğraşan o değil miydi?
- Sen öyle san!
- Bu kadarı da fazla; çişiniz gelse ondan bileceksiniz yahu!
- O engel olmasa, Hoca anlaşacaktı...
- Deme yahu!
- Dedim bile.
...
Bir zamanlar bir türlü istediğimiz gibi oynayamayan milli takımı eleştirirdik:
- Bu milli takımla olmuyor; adamlarda ruh yok bir kere!
- Yok, hoca yanlış adamı oynatıyor.
- Sorun yanlış adam meselesi değil, bizimkiler takım oyununu beceremiyor, Almanlar öyle mi?
- Bu teknik direktörle olmaz!
- ...
Ne olacak şimdi?
Seçime gidiyoruz, tek başına iktidar çıkmıyor.
Seçilenler aralarından bir milli takım çıkaramıyor.
Teknik direktörlük görevi verilen hoca takımlara çağrı yapıyor.
Takımların başkanları oynamaya istekli oyuncuları ihanetle suçluyor.
Vatandaş bir an önce sahaya çıkacak bir kadro bekliyor.
Sahada oynayacak kadroyu beklerken, ona oynayacak yiğitleri çıkaracak takımları yeniden seçmesi için sandığın yolu gösteriliyor.
İnsanların duygularıyla, düşünceleriyle öyle oynanıyor ki her gün bir şekilde yüksek gerilim hatlarında yaşarken akl-ı selim denen şey istenilen çalışma iklimine bir türlü kavuşamıyor. Kavuşması bir şekilde engelleniyor. Kararlarımız o iklimin ürünü olmayınca mili takımı çıkaracak irade hasıl olmuyor. Huzur bozucularımız da hep bunu istiyor. Kendilerince yaptıkları hesabın tutmasından duydukları mutlulukla halimize bakıp kıs kıs gülüyorlar. Niyetleri bizi şu pis çıkarımın kıyılarına iletmek:
Yabancı oyuncu mu ithal etsek ne?
...
Sahi bizi, bu ülkeyi kim, kimler yönetsin?
Bizim seçtiklerimiz nasıl olsa beceremiyorlar.
Halimiz ‘Bu Kimin İşi?’ hikayesinde anlatılanla hemen hemen aynı:
“Bu hikaye herkes, birisi, herhangi biri ve hiç kimse adlı dört kişi hakkındadır. Yapılacak önemli bir iş vardı ve herkesten bunu yapması istenmişti. Herkes bu işi birisinin yapacağından emindi. Herhangi biri onu yapabilirdi; fakat hiç kimse yapmadı. Birisi buna kızdı; çünkü bu herkesin işiydi. Herkes bunu herhangi birinin yapabileceğini düşündü; fakat hiç kimse bu işi herkesin yapamayacağının farkına varmadı. Sonunda herhangi birinin yapabileceği işi hiç kimse yapmazken, herkes birisini suçladı.”
Allah “Fe eyne tezhebun” yani ‘bu gidişiniz nereye?’ diye uyarıyor.
İbret almazsak nereye olacağı belli değil mi?
Yazık!
Selamların en güzeliyle...