banner202

banner203

BİST
ALTIN
DOLAR
STERLİN
EURO

banner176

Siyaset fırtınalarında inanılmayacak derecede savrulduğumuzu görüyorum. Konu ne olursa olsun birimizin ‘bayram haftası’ dediğini birimiz ‘mangal tahtası’ anlıyor. Hakikaten öyle mi anlıyor yoksa muhatabına kör bir inatla muhalefet etmek için mi yüz seksen derece zıt denebilecek bir mevziden ses veriyor, kestirmek mümkün değil.

 

Mesela anarşi ve terör... Birçok konuda olduğu gibi ülkemizin bu, neredeyse nice ocaklar söndürmüş kırk yıldır kanayan yarası konusunda bile tamamen farklı cenahlara savrulmuş durumdayız. Bir kısmımız 7 Haziran’dan sonra tırmanışa geçen terörü devletin en tepesinde yapılan hesaplara bağlarken bir kısmımız, bu kirli savaşın nedeninin Türkiye düşmanlığında birleşen güçlerin terör örgütleri aracılığıyla milletimizi terbiye etmeye çalışmaları şeklinde değerlendiriyor. Bu tarafa savrulanlarımıza göre İmparatorluğu parçalayanların bölgede söz dinleyen, etliye sütlüye karışmayan, zulmün işleyişini sorgulamayan, yüz yıl önce sokulduğu hizayı aşmayı aklından bile geçirmeyen bir ülke görmek istemeleriyle örülüyor başımıza bu çoraplar. Savrulma dediğim tam da bu. Bir milletin en önemli derdi konusunda aramız o kadar açık ki bu açıklıktan istifade eden edene! Yoksa bu kadar kolay yağmalanabilir miydi bu coğrafya, bu kadar can düşer miydi tomurcukken toprağa?

      

Basın yayın araçlarının, sosyal medyanın insanları bilgilendirmekten ziyade algı operasyonları için kullanıldığını biliyoruz. Dolaşıma sokulan bir bilgi-haberin gerçek olup olmadığını araştırma imkanına sahip kaç bahtiyar çıkar yarım saatlik bir sürede onlarcasının yağmur gibi üstümüze yağdırıldığını görüp dururken? Hem sinsice planlanmış onca saldırının hedefiyiz, hem de kendimizi savunma imkanlarından yoksunuz. Birini hasbelkader savuştursak, binlercesi geliyor üstümüze. Birine inanmasak birine inanmak zorunda kalabiliyoruz. Korkunç bir savaşın içindeyiz bir bakıma gülleleri, kurşunları, bombaları kelimeler olan.

 

Gerçek savaşta bir kere ölünür; lakin mühimmatı kelimeler olan enformatik savaşın içindeysek her gün yüreklerimizde onulmaz yaralar açılır, her gün bin kere ölürüz.

 

Sözleri ve eylemleriyle her dakika maraza çıkarmaktan başka bir duruşunu göremediğimiz adamlar ne zaman bir yerlerden aldıkları yıkım ihalesini tatbik etmeye başlasalar; hain pusularında katlettikleri masum insanlarla birlikte milyonlarca insanın huzurunu da kurşunluyorlar. Böyle zamanlarda öncü kuvvetlerin psikolojik harp uzmanları olduklarını görüyoruz. İşaret fişekleri önce medya aracılığıyla yakılıyor, mesajı alan yıkım taburları hemen harekete geçiveriyor. Fitne ateşleri de bir mülkü cayır cayır yakıp harap etmeden söndürülemiyor ne yazık ki.

 

Gerçekten müthiş bir sav-ur-ulma hali içindeyiz uzun bir zamandır. Fırtınalara tutulmuş hazan yaprakları gibiyiz. Terör olayları sebebiyle toplumda oluşturulmaya çalışılan algının gerçekle hiç ilgisi olmadığı halde tek merkezden yönetildiği anlaşılan bir söylem birliğiyle pompalanan  yalan rüzgarlarının kitleleri önüne katıp sürüklediğine şahit oluyoruz. Dünyanın birçok yerinde devam eden savaşların maliyeti daha ucuz olduğu için bu şekilde icra edildiğini düşünüyorum. Öyle ki enerji yolları üzerinde sömürgecilerden başkası durup oturmasın, yerinen yurdundan edilmeyen kimse kalmasın; yansın yıkılsın da yurtlar, halk nereye giderse gitsin, nerde ölürse ölsün!

 

Savrulma önce beyinlerde, ruhlarda gerçekleştiriliyor. Mesela dün doğu diyenler bugün batı diyor, dün bir kuruma ‘defol’ diyenler bugün ‘yetiş’ diyebiliyor, dün alay edilip küfredilen adamlar bugün kurtarıcı ilan edilebiliyor, dün en büyük düşman ilan edilenler bir bakmışsın canciğer  kuzu sarması oluvermiş.

 

Adamı dinliyorum... Bu bela diyor sarayın icadı! Bakıyorsun, okyanus ötesinden aynı sesler geliyor, siyasetimizin muhalefet cenahından 7/24 aynı nakarat icra ediliyor. Buradaki garipliği dile getirmeye çalışmaya kalktığın anda böyle düşünenlerle yüz seksen derece aksi yönde olduğunu ve ara bu kadar açıkken bu konuda konuşulabilecek bir kelime bile kalmadığını anlıyorsunuz acı acı. Doğrusu bir ülkenin insanlarının bu ölçüde savrulmalarında kimler etkili olmuşlarsa kendi hesaplarına büyük başarılar elde edebildiklerini düşünüyorum. Çünkü yarımız dünkü düşmanlarımızın iddialarını savunur hale gelmişsek adamların işlerini yarı yarıya halletme yoluna girmişiz demektir.

 

Rabbimden tek dileğim aydınlarımızı yüz yıl önce yaşayıp dile getirdikleri pişmanlıkların semtine uğramamaktır. Zira geçen yüz yılın başlarında da fena halde savrulmuştuk ve bu büyük zihni savruluşla gelen büyük felaketlerin ardından şair Rıza Tevfik Bölükbaşı vaktiyle  ismi ‘Kızıl Sultan’ a çıkarılacak kadar itibarsızlaştırılan Abdülhamid Han’ın Ruhundan İstimdad adlı şiirinde şu dizelerle ifade edebilmişti büyük yanılgımızı ve hüsranımızı:

 

“Târihler ismini andığı zaman, 
Sana hak verecek, ey koca Sultan; 
Bizdik utanmadan iftira atan, 
Asrın en siyâsî Padişâhına.

'Pâdişah hem zâlim, hem deli' dedik, 
İhtilâle kıyam etmeli dedik; 
Şeytan ne dediyse, biz 'beli' dedik; 
Çalıştık fitnenin intibahına.

Dîvâne sen değil, meğer bizmişiz, 
Bir çürük ipliğe hülyâ dizmişiz. 
Sade deli değil, edepsizmişiz. 
Tükürdük atalar kıblegâhına.” 

 

Selamların en güzeliyle...  

 

H. Halim Kartal               27 Eylül 15

Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.