Geçen hafta bir gazetemizin “Tefekkür” başlıklı sayfasında Bestami Yazgan’a ait olduğu halde dil-tema yakınlığı sebebiyle imza yerine Yunus Emre yazılan “incitme gönül” redifli bir şiirine rastladım.
Temmuz sıcağında arazide çalışırken susuzluktan dili damağına yapışan ırgatlar için buz gibi bir şeftalinin usaresi ne demekse benzer bir serinlik yayıldı içime şiiri okurken. Sorumluluktan kaçma, bencillik, gurur, kibir, haset, fesat gibi çirkin taraflarımızın daha çok öne çıkmasına engel olmayarak dünyayı yaşanılamaz hale getirdiğimiz bir zamanda insanlığı, “İncinsen de incitme” diyen Hacı Betaş-ı Veli duyarlılığıyla hareket etmeye çağıran mantığı düşündüm.
Kelimelerimiz meşhur deyişle ‘kodu mu oturtur’ cinsten.Yalan, iftira, karalama desen, gırla. Adına da algı operasyonları diyorlar. Yaşatma değil, muhatabı toptan yok etme hedefine kilitlenmişiz. Ortalık yangın yeri... Şair tutmuş ‘incitme’ diyor. Hayata, insana ve kainata bakıştaki şu hassasiyete bakın! Tam da ‘Allah’ın gör dediği yerden bakan gösterdiklerini görür.’ gerçeğinin işaret ettiği sorumluluk bilincinin gerektirdiği bir duyarlığın şiiri:
“Çiçeklerle hoş geçin,
Balı incitme gönül.
Bir küçük meyve için,
Dalı incitme gönül.
Başın olsa da yüksek,
Gözün enginde gerek.
Kibirle yürüyerek
Yolu incitme gönül.
Mevla verince azma,
Geri alınca kızma,
Tüten ocağı bozma,
Külü incitme gönül.
Dokunur gayretine,
Karışma hikmetine.
Sahibi hürmetine,
Kulu incitme gönül.
Sevmekten geri kalma,
Yapan ol, yıkan olma.
Sevene diken olma,
Gülü incitme gönül
Konuşmak bize mahsus
Olsa da bir güzel süs,
‘Ya hayır de ya da sus’
Dili incitme gönül.”
Şair; verdiği zarar bakımından kontrolden çıkmış kamyonlar gibi nereye çarparsa ortalığı savaş alanına çevirmeden durmayan bir dille konuşulup yazılan bir zamanda, artık o kadar da yadırgamadığımız tahripkar dilin yanında, adını anmaya bile değmez diyeceğimiz, neredeyse kuş tüyünden bile hafif denilebilecek bir kusurlu hareketten ‘incitmekten’ uzak durmaya çağırıyor insanları... Uyarılacak veya düzeltilecek biri varsa yer yüzünde, bunun önce kendisi olduğunu düşünüp gönül sözünü önce kendine söyleyen şairin inceliğine yöneldi dikkatim, hayran oldum, imrendim.
Şimdi yüz yüze konuşmaktan çok, adını ‘sosyal medya’ koydukları araçlar üzerinden iletiyoruz mesajlarımızı ilgileneceklere. Bu çağın icabatına göre daha çok kazanıp daha çok tüketmeye mecburiyetten başka seçeneğimiz olmadığını düşünmeye başlayıp da her yere ve her şeye dört nala yetişmeye çabalarken yüz yüze görüşmelerin tarihe karışmak üzere olduğunu söylemek çok mu abes kaçar bilmiyorum; fakat bir şeyi iyi biliyorum ki şiirle, sanat eserleriyle bir nebze meşgul olmanın hayata, insana ve kainata bakışımızdaki anormalliklerin farkına varmamızda işe yarayabileceğidir.
İncitirsek kaçınılmaz olarak incineceğiz. Yaşadığımız alemde her şey de bundan derce derece etkilenecektir. “Her ne ararsan kendinde ara” der atalarımız. Ne mutlu dünyaya bakışını ve orada duruşunu “Mihriban”ın engin gönüllü şairi rahmetli Abdürrahim Karakoç’un şu tavsiyelerine göre şekillendirebilenlere:
“Gölgesinde otur amma
Yaprak senden incinmesin.
Temizlen de gir mezara
Toprak senden incinmesin.
Yollar uzun, yollar ince
Yol kısalır aşk gelince
Yat kurban ol İsmail’ce
Bıçak senden incinmesin.
Burdayım de ararlarsa
Doğru söyle sorarlarsa
Tabutuna sararlarsa
Bayrak senden incinmesin.”
Seçimden seçime koşan bir toplumun sabahtan akşama siyaset ekilip siyaset biçilen ortamlarından etkilenen fertleri olarak başlarımızı duygu ve düşünce dünyamıza ipotek koyan bu istikrarsız kaypak ortamdan kaldırıp da bir şairin gönül gözüyle görüp söylediklerine çevirdiğimiz zaman huzur bulabileceğimiz güzellikler diyarından sahte, yavan iklimlere savrulup gittiğimizi görebileceğimizi düşündüm.
Selamların en güzeliyle...
H. Halim Kartal 09. 10. 15