“Ben neyleyeyim büyükse devran” diyen Makber şairi A. H. Tarhan Arapça asıllı ‘devran’ kelimesini dünya anlamında kullanır. En yaygın kullanımı bu olmakla birlikte kelimenin yerine göre felek, kader, talih; yerine göre zaman, çağ vb. anlamlarda da kullanıldığını biliyoruz.
Amacım, tabi ki ‘devran dönerken...’ diye başlayıp haber ajanslarının yaptığı gibi ülkemizde ve dünyada yirmi dört saatte olup bitenlerin sayım- dökümünü çıkarmak değil, zamanı ve zemini değişmekle birlikte bazı olayların ana çizgileriyle tekrarlanıp durduğunu anlatmak.
Önceki yazımda bir güney sınırlarımızın dibindeki Türkmen Dağı’ndaki Bayır-Bucak Türkmenlerinin direnişine dikkat çekmiş, bu dağlardaki mücadeleyi Çanakkale’ye benzeten komutanın söylediklerinden etkilenerek haksızlığa ve zulme ölümüne karşı koymanın sembolü haline gelen Türkmen Dağı’nın düşmemesi temennisinde bulunmuştum.
Çok şükür Türkmen Dağı düşmedi; bölgedeki kimi dağlar tepeler kısa süreler içinde defalarca el değiştirdi. Buna dair haberlere de alışır olduk son zamanlarda. İşte devran dönerken bazı şeylerin hiç değişmediği şeklindeki kanaatimi canlı tutan bu tekrarlar. Neredeyse her gün yaşandığı için veya şimdilik yangın azıcık uzağımızda olduğu için pek dikkat etmediğimiz olaylar, bir bakıma insanın evrendeki varlığıyla yaşıt insanlık halleri aslında.
Öyle ya! Açgözlülük, bencillik, hırs, tamah, kıskançlık, yalan, iftira, haset, kibir; fedakarlık, iyilik, sevgi, şefkat, merhamet gibi duygular insanla yaşıt olup birbirleriyle sürekli didişme halinde olduğuna göre insanın yaşadığı bütün zamanlarda ve mekanlarda savaşlar ve bunların neden olduğu yıkımlar tekrarlanıp duracak demektir.
Mesela Kurtuluş Savaşı’mızı destani şiirleriyle çok güzel anlatan Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın Üç Şehitler Destanı adını verdiği eserindeki bir şiir anlatmak istediğim insanlık halleri için sanırım kayda değer bir örnek:
Ankaralı Hasan Bağlamasını Yanından Ayırmazdı
“Altı kere aldılar Şehitler Tepesi'ni,
Altı kere geri aldık.
Ovalar şahidimiz,
Sonunda biz aldık.
İlle dermiş gavur,
Gülerim illesine!
Gece atar, gündüz atar, yorulmaz,
Delik delik oldu nazlı yer.
Yanaşmaz ki iki nefes sorasın,
Kimi arar, ne söyler?
Deli midir, kör müdür,
Şaşarım güllesine!
Yaralarım köyceğizi düşünür,
Kanımın boşuna akası yok.
Düşmana malum ola,
Dipciğim yüreğimdir çarpınca, şakası yok
Ayacığıma düşmüş,
Acırım kellesine!...”
Rusların denizden, havadan; İran ve adı nasıl Hizbullah ise bilmiyorum, zulümde ittifak etmiş daha bilmem kimlerin karadan günler geceler boyu bomba yağdırdıkları Kızıldağ’ın bir kez daha el değiştirdiği haberi ile Dağlarca’nın bu şiirini düşündüm.
Şair Behcet Necatigil, “Ben artık eskisi gibi değilim/ Devran değişti.” dese de reel-politik denen şey Doğu cephesinde de Batı cephesinde de değişen bir şey olmadığını söylüyor.
Devrana dikkat çekenlerden bir arkadaş da Osman Sökmen. Osman Bey: “Devrana bak devrana/ Devran oldu Kerbela” dedikten sonra çarkların hep böyle dönmeyeceğini belirterek yüreklere bir damla su serpiyor; lakin Allah’ın arzında O’nu yok sayarak yaşanan bir hayatın neticesi ebedi hüsrandan başka bir şey değil. Öyleyse sözleri
“Devrana girip seyran edelim
Eyvah demeden Allah diyelim” mısralarıyla başlayan ilahide dile getirilen inceliğe kulak verelim derim. Tabiî ki devrandaki seyranımızı ‘Eyvah!’ demeyeceğimiz bir bilinç düzeyine yükselterek. Yoksa devran dönerken ‘ben ne yapıyorum’ deyip kendi kusurlarımıza bakmak yerine döne dolaşa devranı suçlayıp duracağız “Bozuk bu devranın düzeni bozuk diyen Kul Himmet gibi.
Selamların en güzeliyle...
H. Halim Kartal
08 Aralık 15