banner202

banner203

BİST
ALTIN
DOLAR
STERLİN
EURO

banner176

Eskiden dernekler, sendikalar, üniversiteler milli meselelerde daha mı duyarlıydı diye düşündüğünüz oluyor mu bilmiyorum. Geriye dönüp bakınca bugün adına STK denilen kuruluşların milli konularda en azından bu kadar ilgisiz, bu kadar suskun kalmayı beceremediklerini, düzenledikleri mitinglerle kitleleri hareketlendirdiklerini çok şükür hatırlayabiliyorum.

 

        Mesela Kıbrıs Türklerine veya dünyanın herhangi bir yerinde yaşayan soydaşlarımıza, dindaşlarımıza yapılan zulümleri telin mitinglerini gözlerinizin önüne getirebiliyor musunuz? Öğrencilik yıllarımdan bilirim: Anadolu’muzun bir şehrinin meydanında mesela Konya’da valilik önünde atılan “Palikaryalara ölüm!” naralarından yer gök inler; Bulgaristan’da, Azerbaycan’da, Bosna-Hersek’te, Filistin’de veya Doğu Türkistan’da Müslümanlara reva görülen zulümler bir şekilde protesto edilirdi. Ocakların, derneklerin kısıtlı imkanlarla bastırdığı dergiler, bildiriler köşe bucak dağıtılırdı halka. Amatör tiyatrolar bulabildikleri her ortamda sahne diliyle bu milli duyarlılığı zirvelere taşımayı başarırlardı.

       

        Anlayabildiğim kadarıyla günlerden bugünlere değişmeyen gerçeğin artarak devam eden zulümler, zorbalıklar, ölümler; değişenin ise tam bir vurdumduymazlığa ulaşan tepkisizliğimiz hatta suskunluğumuz olduğunu düşünüyorum. Ateş şimdilik bizim uzağımızda olduğu için alışageldiğimiz hayatlarımıza daldıkça dalanlardan olmadık mı zamanla.

 

        Bayır-Bucak Türkmenleri Rus füzeleriyle vuruluyor, terk edilen köylerde katliam var. İnsanlar yüz yıllardır yaşadıkları yurtlarından taş üstünde taş bırakmamaya azmetmiş bir şer ittifakı eliyle köklerinden sökülüyor da neredeyse kılımız bile kıpırdamıyor. Hakikaten nasıl böyle sus pus olabildik?

         

        Sur’dan, Cizre’den, Silopi’den şehitler geliyor. Güvenlik güçlerimizin teröristlerden temizlemeye çalıştığı mahallelerde hendekler açıp barikatlar kurup, halkın evini barkını köstebek yuvasına çevirenlerin Mütareke yılarlıda milletimizin ümüğünü sıkmaya gelmiş, en feci mezalimlerin öznesi olmuş İngliz, Fransız veya Yunan işgal kuvvetlerinden ne farkı var?

 

        İbrahim Tenekeci Yeni Şafak gazetesinde 30 Ocak Cumartesi günü yayımlanan Şaşkın ve Üzgünüz başlıklı yazısında üzüntüsünü şu küçük özetle kaleme getirmiş:

 “Nereye geldik ve nasıl oldu? Kafkaslar ve Balkanlar'dan kovulduk. Kudüs'ten kovulduk. Darbeden sonra Kahire'den kovulduk. Operasyonun hemen ardından Libya'dan kovulduk. Bağdat ve Şam'dan kovulduk. İstikrarlı bir şekilde kovuluyoruz. Şimdi de Diyarbakır gibi bazı şehirlerimizden, beldelerimizden kovulmak isteniyoruz.

          Bizi Kafkaslar ve Balkanlar'dan kovan Rusya idi. Şu kadar sene sonra, aynı ülke, Halep ve civarından da bizi kovmaya çalışıyor. İnşallah bu kez başarılı olamazlar.

         Ali Ayçil'in “Kovulmuşların Evi” isimli kitabını hatırladım. Anadolu, sanki böyle bir yere dönüştü.”

 

        Aynı gün İsmail Kılıçarslan’ın ‘Düşsün Her Yer Düşsün İnsanlığımız’ başlıklı serzenişine bakıyorum, durum olanca acılığıyla ortada:

 

        “ Düşsün her yer. Düşsün insanlığımız.

         Türkmenler zaten ölsün. Ölsünler zaten. Kimi kimsesi yok, denklemde yeri yok ki Türkmenlerin. Nusayri olsalar İran koşar gelir, Kürt olsalar Amerika koşar gelir, rejim yanlısı olsalar Rusya koşar gelir.

         Hadi durma. 'Tamam işte. Türkmenlerin imdadına da Türkiye yetişsin' de. Türkiye'nin Suriye konusunda elini ayağını bağlamak için elinden gelen her şeyi yaptığını da unuttur bize. Eline geçen her fırsatta Türkiye'yi zor durumda bırakacak bin türlü pisliği yaptığını da unuttur.

         Bu arada düşsün her yer. Düşsün insanlığımız.”

        
Yüz yıl önce coğrafyamızda yaşanan herc ü merç (darmadağınık, allak bullak oluş) bir kez daha tekrarlanıyor. Milli Edebiyat dönemi şairlerimizin öncülerinden Mehmet Emin Yurdakul yüz yıl önce milletçe yaşadığımız büyük felaketler karşısında hissettiği kişisel duyarlılığı şu mısralarla duyurmuştu:

        “Bırak beni haykırayım, susarsam sen matem et!

         Unutma ki şairleri haykırmayan bir millet,

         Sevenleri toprak olmuş öksüz çocuk gibidir”

       

        Aynı şair Anadolu şiirinde üzerinde yaşadığımız topraklarda milletin bekasını ilgilendiren en hayati durumlar karşısında oluşan ilgisizliğimizi ve suskunluğumuza da adeta isyan eder ve der ki:

 

        “Yazık sana ağlamayan şiire

         Yazık sana titremeyen vicdana

         Yazık sana uzanmayan ellere!”

 

         Bu kadar suskunluk, bu ölüm sessizliği hayra alamet değil diyorum.

Ve Namık Kemal’in şu iki mısraı ile bitiriyorum

        “Memleket bitti, bitmedi hala sen, ben

         Bize bu hal ile bizden büyük olmaz düşman”

 

        Selamların en güzeliyle...

 

         Hacı Halim Kartal                       31 Ocak 16  

Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.