banner202

banner203

BİST
ALTIN
DOLAR
STERLİN
EURO

banner176

Terörle mücadelede kırk yıla yaklaşan bir kıdeme sahip olmamıza rağmen istenilen sonuca bir türlü ulaşamayan bir ülkenin vatandaşları olarak içimizde bu belayı başımızdan neden savuşturamadığımıza dair bir şekilde kafa yormayanımız var mı, bilmiyorum.Bu bela sarmalından etkilenmeyen olmadığına göre yoktur, demek gerekiyor.

 

Kafa yoranımızın çok olup da etkili ve kalıcı bir çözümün bulunamaması ortada ciddi bir arızanın olduğunu gösteriyor kanaatimce. Bu arıza; terör, terörist ve milli güvenlik gibi hayati öneme sahip konularda ortak noktalarda buluşamadığımız hallerde gösteriyor kendini. Mesela Milli Güvenlik derslerinden tam not alarak mezun olduk; lakin hayatın içinde ülkemizin milli güvenliği konusu ciddi bir hal alınca ortak bir refleksle hareket edememe durumumuz gerçekten çok acı.        

 

Bugün mücadelede geldiğimiz yerden bakınca gördüğüm şu: Üzerine masumiyet libasları giydirilmiş bir ihanetle karşı karşıya gibiyiz...  Başarısızlığın en büyük nedeni bana göre budur; çünkü bir kısım aydın(!)ımıza göre devlet terörle mücadele etmiyor, katliam yapıyor; derhal silah bırakmalı hatta terörist silahı bırakmasa da olur(!) Kandil’e kadar gidip terörist liderleriyle görüşen paşa torunu bir gazetecimize göre ise ‘gerilla devlete güvenip de asla silahlarını bırakmak gibi bir yanlışlığa düşmemeli!’ Bir kısım siyasetçimize göre de devletin güvenlik güçlerine saldıranlar, belediyelerin imkanlarını kullanarak şehirlerde müstahkem mevkiler oluşturup direnenler, okulları, sağlık kurumlarını, cankurtaran araçlarını yakıp yıkanlar, halkın hanelerine mevzilenip viran edenler hafif silahlı devrim çocukları... 

 

Bu mücadelede başarı olur mu Allah aşkına?

 

Teröre, ihanete, düşman sevindiren her türlü eyleme destek vermekle yetinmeyip alenen bunları bir kısım vatandaş nazarında masum gösterme gayretleri, her geçen gün normal bir şeymiş muamelesi görmeye başlamadı mı? Yakıp yıkmalar; masum insanları, anne karnındaki bebeleri bile öldürme eylemleri hak ve özgürlük kılıfına sokularak yapılmıyor mu?   

 

Tanzimat yıllarında Ziya Paşa merhum, pis emellerine engel gördüğü için dostu dünkü düşmana şikayet etmek gibi bir modadan bahseder ünlü Terkib-i bend’inde. “Düşmanlara ahbabı zem oldu zarafet/ Dil-dardan ağyara şikayet yeni çıktı.”  Sadakat, samimiyet, hamiyet gibi lafızların sloganlaşmasından hırsızlara ikram ve inayete kadar birçok şeyin yeni çıktığını söylemişti. Şairin yüz elli yıl önce yeni çıktığını söylediği şeylerin bin beterinin şimdi siyasi ahlak haline, gelenek haline gelip yaşama biçimine yani kültüre dönüşeceğini bilemezdik elbette. Öyle ki casusluk davasından yargılanan bir zatı çıkarıldığı mahkemede bir zamanlar İstanbul’u işgal etmiş, bu coğrafyada her türlü şenaati işlemiş yabancı bir ülkenin diplomatıyla aynı fotoğraf karesinde görebilmek son derece normal hale geldi. Nitekim dünkü gazetelerden birinde çıkan bir haberde iki kişinin kafa kafaya yaklaşmış bir resminin altında şu not vardı: İngiliz Başkonsolos Turner, Can Dündar’la duruşma selfiesi çekti. Haberin yazarı Kemal Gümüş meslek hayatında Türkiye’nin yakın tarihine damga vuran onlarca terör ve adli soruşturmayı takip edip yargılama süreçlerini yazdığını ancak hiçbir davada bu kadar yoğun ve birbirine zıt grupların bir araya geldiğine şahit olmadığını belitmiş. Avrupa’dan 11 ülkenin başkonsolosu ile Amerika ve Almanya gibi ülkelerin büyükelçileriyle temsilcileri katılmış duruşmaya.

     

Hiçbir ülkede ihanetin böylesi görülmemiştir her halde. Hocası- hacısı, hakimi-savcısı, gazetecisi-yazarı, siyasetçisi- sendikacısı ihanetlere masumiyet libasları giydirme seferberliğine çıkmış bir ülke gösterilebilir mi yer küre üzerinde bizden başka?

 

Yahu bu adamlar terörist!

-Hayır, baksana doğaya izmarit bile atmıyorlar!

 

Terör ve adları duruma göre havaya göre sürekli değişen terör örgütleri üzerinden kirli bir savaş dalga dalga yayılırken coğrafyamızda, insanları veya ülkeleri sağlıklı düşünmekten alıkoyan algı operasyonlarının büyük ölçüde ‘ihanetlere masumiyet gömleği giydirmek’ denilebilecek yöntemlerle gerçekleştirildiğini düşünüyorum.

 

        Serpil Çevikcan’ın Milliyet’te 23 Mart 2016 günü Mogherini’nin gözyaşları... başlıklı bir yazısı yayımlanmıştı. Çevikcan, kendilerine dokunmayan yılana yılan bile diyemeyen Batı’nın çok yüzlü halini ve  terörün niçin bitmeyeceğini şöyle dile getirmişti: 

 

“Biz 40 yıla varan PKK hikâyesinde memleketin her gün birkaç köşesinde dizlerini döverek gözyaşı dökenlerin görüntülerini kafamıza, kalbimize kazımış insanlarız.

         Bu nedenle, AB’nin Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikasından Sorumlu Yüksek Temsilcisi Federica Mogherini’nin Brüksel’deki patlamadan sonra döktüğü gözyaşını görünce bizim gözyaşlarımızı anımsadım yeniden...

         Pınarları kurumuş gözlerini nasırlı elleriyle silen şehit analarımızın, gencecik evlatları dağa çıkmasın diye nereye yaranacağını şaşıran kadınlarımızın, evladının cenaze namazını kıldıran babalarımızın, ağabeyinin, başına beş numara büyük gelen asker şapkasını takarak acemice selam veren genç kızlarımızın, dedesi köyünden kendisi ocağından ağlayarak ayrılmak zorunda kalan insanlarımızın, babasının tabutu üzerinde oyuncak arabasını süren çocuklarımızın gözyaşlarıyla olgunlaştık biz.

Elbette terörü lanetliyoruz. 

Brüksel’in dün hatırladığı vahşeti en ağır biçimde kınıyoruz.

“Bu son olsun” diyoruz.

Ama son olmayacağını biliyoruz.

         Çünkü terör bugün pazarlayan için en ucuz, pazarlanan için en pahalı mal. 

         “Dayanışma” sözlerinin temenniden ibaret olduğunu da en iyi biz biliriz.         

         Suriye sınırının öte tarafında Türkiye’nin beka sorunu olmaya aday bir devletleşmeye itiraz ettiğimizde başımıza gelmeyen kalmaz. Ama Avrupa’nın, Amerika’nın güvenliğini tehdit edecek terörist sızmalara karşı en ağır güvenlik ödevi bize verilir.

        Fransa çocuklarına ağlar, biz sadece terör devleti oluruz.

        Paris, Brüksel, Avrupa’nın kalbidir, Ankara Avrupa’nın kıyısında bile değildir. 

        Dolayısıyla, Ankara için kol kola yürümek gerekmez.

        Bir haftada 39 vatandaşımızı sağlı sollu teröre kurban veririz, 3 milyon Suriyeli mülteciden 1000 tanesine tahammül edemeyen AB ile zirve toplarken ensemize PKK çadırının gölgesini tutarlar. 

       Biz, “Bu terör gelir seni de vurur” denilemeyecek tek ülkeyiz.

       Maalesef bu bizim tek başına yenemeyeceğimiz kaderimiz...”

 

      Dünyanın neresinde kime karşı olursa olsun zulme zulüm, zalime zalim, teröre terör, teröriste de terörist diyemeyenlerin dünyasında kimse güvende olmayacaktır.

 

Selamların en güzeliyle...          

   27.03.16   

Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.