!5 Temmuz’u ne unutalım, ne unutturalım; çünkü…
15 Temmuz’da milletimizin ölüm yağdıran silahlara karşı ne yaptığını biliyoruz: Ölüme yürüyerek ölümü öldürdü. Ezelden beri vatanın ve milletin tehlikeye sürüklendiği zor zamanlarda yaptığını belki unutanlar olmuştur diye tekrar ederek… Çanakkale’de, Sakarya’da, Dumlupınar’da yaptığını Son Kale’miz Anadolu’da 2016 Temmuz’unda milli bir refleksle tekmil ayağa kalkarak…
Millet olalı çok ölümler, çok zulümler görmüştü. Bu coğrafyada Moskof mezalimi, Yunan, Bulgar ve Ermeni mezalimi gibi tarihe mal olmuş nice yıkımlar yaşamıştı son iki yüz yılda; lakin ihanetin böylesiyle ilk kez karşılaşıyordu. Evet, emsali görülmemiş bir ihanetti bu; çünkü 15 Temmuz’dan önce vatanına, namusuna, bayrağına ve mukaddesatına saldıranlar nihayet çok iyi tanıdığı, birçok kez savaştığı düşmanlardı. Adları Moskof’tu, Yunan’dı, Bulgar’dı, İngiliz, Fransız, İtalyan ve Ermeni gibi dinleri- donları belli canavarlardı.
Ya bunlar?
Bunları tanımlamaya kelimeler kifayet etmezdi. Bular izzet ü ikram gördükleri sofrada yıllarca afiyetle yemişler içmişler; ama sofra sahiplerine teşekkür edecekleri yerde kazan kaldırmışlardı işte. Halkçası yediği çanağa işemekti. MHP lideri Devlet Bahçeli’nin tanımlamasıyla ‘İblise ruhunu satmışlar, Müslüman görünümlü Voyvoda’lardı. Oysa bu millet, kendi içinden çıkıp kendileri gibi görünen, İslam’a ‘hizmet’ hareketi olduklarını söyleyip ‘himmet’ toplayan, algı operasyonlarıyla göz boyayan bu insanlara mallarını ve canlarını, her şeylerini tereddütsüz emanet etmişti.
Bir gün kendileriyle güçlenen bir ‘cemaat ‘in can düşmanlarının gizli ordusuna dönüşerek kendisini sırtından vuracak böylesi bir ihanete imza atabileceklerini asla düşünemezdi. Hileli yollarla pek çok kamu kurumu gibi halkımızın ‘peygamber ocağı’ bellediği ordu içine sızmış Batı ajanları, Firavun uşakları olmuşlar, İbrahim milletinin üstüne ateşler yağdırmışlar. 15 Temmuz gecesi Hoca(!)larının beddualarını gerçeğe dönüştürmek istemişlerdi anlaşılan.
Millet neye uğradığını şaşırmıştı. Bir şeyler seziyordu ihanete dair; lakin milletin kendilerine emanet ettiği silahların bir gün en güvendiği evlatları tarafından kendilerine karşı kullanılmasının şaşkınlığı içindeydi.
Kaybedecek vakitleri de yoktu. Daha önce kendi iradesiyle seçtiklerin başına seçmedikleri kullanılarak neler neler gelmişti. Aynı felaketi bu kez yaşamamalıydı. İnanılmaz bir refleksle dünyayı hele darbeye umut bağlamış çakalları, leş kargalarını şaşkına çevirdi anında meydanlara inerek. Annelerin asker kıyafeti içindeki gözü dönmüş eşkıyaya “Ne olur, yapmayın, kışlalarınıza geri dönün!” diyen yalvarışı geliyor gözümün önüne. Tankları durdurmaya çalışan gençlerin “Siz ne biçim askersiniz, halka ateş ediyorsunuz, yaptığınız yanlış!” diyen haykırışları bölünüyor silah sesleri ve kulakları sağır eden patlamalarla. Halkın üzerine tanklarla saldıramazlar zannediyorlardı; saldırdılar. Helikopterlerden ateş edemezler zannediyorlardı; ölüm yağdırdılar. İşgal yıllarında bile meclisi bombalanmamıştı; bombaladılar hem kendi jetlerimizle.
Baktılar olmuyor, yalvarmak yakarmak nafile! Ne yapacağına karar verdi anında. Çare ölümü öldürmekti. Ellerde bayrak, dillerde tekbir yürüdü ölümüne ölüm kusan silahların üstüne. Öle öle yürüdü, yürüye yürüye öldü köprülerde, valilik binalarının bahçesinde, belediye önlerinde, nerede bir işgal girişimi varsa orada.
Rahmetli şair Erdem Beyazıt bu milleti ölünle ilgili sarsılmaz imanını şu dizelerle ifade ederken haklıydı. Bunlar kuru bir söz değildi:
“Ölüm bize ne uzak, bize ne yakın ölüm
Ölümsüzlüğü tattık, bize ne yapsın ölüm”
Ölümü öldürme şerefini gözünü kırpmadan ifa ederken şehadet şerbetini içen Ömer Halisdemirler ve onun başkomutanı olduğu 15 Temmuz şehitleri, ölümü öldürme zevkini tadan gerçek kahramanlar unutulmamalı, unutturulmamalı.
Selamların en güzeliyle…