Kimi zaman bir türküde bulursunuz kendinizi, kimi zaman bir şarkının nağmelerinde veya bir şairin mısralarında. Bu durum tam olarak ifade edemediğimiz ruh halimizin bir ezgi, bir nağme, bir mısra olarak gönlümüzde karşılık bulmuş yansımalarıdır; nerede yakalanırsanız bir süreliğine alır götürür bir yerlerden bir yerlere. Mani olamazsınız.
Rıza Tevfik’e “Feryadıma karşı aks-i seda yok/ Bu yangın yerinde soğuk kül vardır” dedirten ahval ve şerait içinde olmasak da içimizi titreten seslerle yahut içimizde oluşup da adını koyamadığımız duyguların yansımalarıyla karşılaştığımız anlar oluyor.
Sıfırın altında yirmilere varan şu soğuk günlerde gündemi takip etmek için adım başı izlediğimiz haber bültenlerinde, evire çevire okuduğumuz gazete sütunlarında bize özgü kısırdöngünün kasveti havayı daha da ağırlaştırmaktan başka bir işe yaramıyor.
Bugün diyebilirim ki uzun bir aradan sonra aks-ı sedamı Gökhan Özcan’ın her zaman sıra dışı oluşuyla dikkatimi çeken felsefi-edebi yazılarından ‘Bize Çıkmaz!’ başlıklı yazısında buldum. İlk cümle, boğulacakmış hissine kapıldığımız kasvetin en önemli nedenini tespit bakımından farkındalık oluşturmaya yetiyor: “Belli bir rekabet ya da çatışma ortamı içinde değilsek yerimizin neresi olduğunu pek bilemiyoruz artık. Sanki kazanmak zorunda olduğumuz bir oyun oynuyoruz ve her şey o oyunun sınırları içinde yaşanıyor.”
Yazılı ve görsel iletişim kanallarının, partilerin hatta cemaatlerin hedef kitleleri hep bir çatışma ortamına çekmeye ve oralarda mücadele etmeye programlandıklarını düşündüm bir an.
Yazının ilgi çekici bulduğum yahut benim için aks-i seda tarafı,sanata ve sanat eserlerine bakmamızı isteyen bir yönü olmasıydı.
…
“Başı sonu belli olan bir şeye odaklanarak kendimizi bağladığımız için, görmeye kendimizi kapadığımız başka şeyler de var hayatta. Başka düşünme yolları, imkânları da var. Bizi sınırlayan değil, sınırlarımızı genişleten başka anlama, anlamlandırma biçimleri de var.
“Biraz gerçekçi ol!” dedi asabi olan. “Ben biraz gerçek olmaya çalışıyorum” dedi sakin olan.
Herkes oynamayı alışkanlık haline getirdiği için biz de oynamak zorunda değiliz hiçbir oyunu. Sadece bir tek oyunun kurallarıyla düşünmek zorunda değiliz hiçbir şeyi. Rakibimizin hamlelerinin sınırlarıyla sınırlamak zorunda değiliz kendi hamlelerimizi. Hayatı kuralları kanun olan bir oyunmuş gibi düşünmek zorunda değiliz. Yerimizi, konumumuzu bize rakip olanların karşılarında aramak zorunda da değiliz. Kendi yolumuzu, yönümüzü bulmak zorundayız biz! İnsanlığın kadim hikâyesinde kendi küçük hikâyemizin nereye düştüğünü arayıp bulmak zorundayız. Kendi kalıbımızı doldurmak zorundayız. Birileri, ille de bize rakip olacaklarsa, keyifleri bilir, buyursunlar kendi yerlerini bizim durduğumuz yere göre bulsunlar ve bilsinler.
Cevabın başkasının cebinde olduğuna inandıysan, senin bütün ömrün soruyu aramakla geçer, hayat böyle!
Keşke her insanın kendi hallerini seyre gidebileceği sergiler açılabilse hayatın sergi salonlarında!
“Eğer inanıyorsak sanat hakikate giden yolda bize yardımcı olur. Kalbimizi açar, bizi merhamet ve şefkat sahibi kılar. Kâinatın kitabını, yani temaşayı öğretir. Güzelliğin farkına varırız” diye yazmış 'İyiler Ölmez'de üstad Mustafa Kutlu, selam olsun.
Herkesin sanatçı olmaya heveslendiği yerde hayatı bizatihi sanat olan insanlar da var.”
Teşekkürler Gökhan Özcan!
Gazetelerin siyaset ağırlıklı sayfaları arasında satırların çölde bir vaha kadar serinlik verdi ruhuma.
Anladım ki can sıkıntımızı çoğaltan şeylerin en başında başı sonu belli şeylere odaklanarak bağlamamız geliyor. Bu nedenle kendimizi hayatta başka şeyler de olduğunu görmeye kapamış oluyoruz.
Mustafa Kutlu’nun ifade ettiği gerçeği Üstad Necip Fazıl’dan işitmiştik:
“Anladım işi san’at Allah’ı aramakmış
Marifet bu, gerisi çelik çomakmış”
Selamların en güzeliyle…
H. Halim Kartal 30 Ocak 17