Her şeyi hiç bitmeyecek bir oyun ve eğlence gibi görüp bu algıyla tanıştığımız ilk ramazanlardan, yarım yamalak tuttuğumuz ilk oruçlardan, paldır küldür kıldığımız ilk teravihlerden beri misafir geldiğine inandığımız her ramazan, oruca kıymet veren muhitlerde tekrarlana tekrarlana beynimize yerleşen bir söz hatırlarım: “Oruç ayı girdi mi şeytanlar bağlanır…”
‘Bağlanır’ diyenlerin bir bildiği var deyip geçerdik. Bu nedenle kimi zaman hiç görünmeyen, kimi zaman her kılığa girerek insanlara her kötülüğü yapabilen bu taifenin ramazan ayı boyunca nasıl bağlandığına dair çocuk muhayyilemizde ne gibi fanteziler oluşurdu bilmiyorum.
Bilmiyorum; lakin bazı sorulara da cevap bulamazdım. Mesela mahalle arkadaşlarımdan biri ki içimizde sapanı en iyi kullanır, bu silahla bir günde en fazla kuşu o avlardı, her şeye söven bu küfürbaz, yaramaz arkadaşımızın hali ramazanda neden değişmezdi? Bazen cuma namazı çıkışlarında cami önünde bir kavga çıkar, koskoca adamların birbirlerine küfürler ve hakaretlerle bağırıp çağırmaları Karşıyaka’dan, Dümdüm’den, Vakıf’tan, köyün her yerinden duyulurdu. Oruç tutmuşlarsa dillerini neden tutamazlardı? Birinin birine husumeti, nefreti varsa adamın ekinine, bağına, bostanına zarar verirlerdi daha çok. Tarlalarda sınır aşırma kavgası, köy içinde tavuk kavgası, çocuk kavgası gibi tatsızlıklar boş kalmazdı. Tuttukları oruç neden onları tutmazdı?
Oysa on bir ayın sultanına ilk teravihlerin ardından okunan ‘merhaba ya şehr-i ramazan’ sonlara doğru ‘elveda ya şehr-i ramazan’ nakaratlı ilahileri dinlerken duygular kabarır, gözler nemlenir, uhrevi bir hava dalgalanırdı safların arasında. Öyle ki kadınların namaz kıldığı ser mahfilden hıçkırık sesleri bile duyulurdu kimi zaman.
Cami içinde durum böyleyken dışarı çıkınca ne oluyordu bu insanlara? Şeytanların bağlı olduklarına inandığımız bir mübarek mevsimde gene de her türlü şeytanlık veya şeytanların hoşlandığı ne varsa oluyordu işte. Yoksa ipleri sıkı bağlanmıyor muydu şeytanların? Yahut bir yolunu bulup kurtuluyorlar mıydı? Ya bu sözde bir yanlışlık vardı ya bizde!
Doğrusu yanlışlık atalar dini olarak öğrendiğimiz din algımızdaydı. Hiçbir emeğimiz olmadan her şeyi hazır bulmuştuk. Yüce kitabımız Kur’an bu ayda nazil olduğu için ramazan mukabele ve hatimler demekti aynı zamanda. Çok okur, çok dinlerdik; ama ne okuduğumuzdan bir şey anlardık ne dinlediğimizden. Oruç tutuyorduk; ama oruç bizi tutmuyordu; tutmadığı için de aramızda şeytanlar pekâlâ dolaşabiliyor, cinler cirit atıyordu. Dahası Mina’da taşladığımızı sandığımız şeytanlar aşlında ta içimizde kuruyorlardı karargâhlarını. Yalnızca Rabbimize güvenerek ve O’ndan yardım dileyerek biz bağlayabilirdik şerrinden korunmaya çalıştığımız vesvasi’l-hannası.
İyi tanımıyorduk zorlu düşmanlarımızı. Oysa Rahman Allah önce kendini, sonra yarattığı cümle varlıkları ve her varlığın tabi olduğu değişmez yasaları çok iyi tanımamızı istiyordu. Seçip gönderdiği elçiler örnek eğitimcileriydi vahyin.
Kur’an-ı Kerim’de iblis ve şeytanın özelliklerinden ve bu apaçık düşmana karşı insanı dikkatli olması konusunda uyaran birçok ayet vardır; lakin hiçbir yerde bunların belirli zamanlarda bağlandığı belirtilmez. Mesela iblis-beşer ilişkisinin diyalogla anlatıldığı Sad suresinin (76- 83) ayetlerinde özetle iblis ateşten yaratılışını gerekçe göstererek kendine göre balçıktan yaratıldığı için değersiz bir varlığın emrine amade olmayacağını belirtip isyan etmesi, kibire kapılıp kendini aşağıladığı için huzurdan kovuluşu anlatılır. Ardından hesap gününe kadar Allah’ın lanetinin üzerinde olacağını işiten iblis, tekrar diriliş gününe kadar süre ister. Bu isteği kabul edilir. 82’de Allah’ın yüceliğine yemin ederek emrine amade olmayı reddettiği insanları yoldan çıkaracağı tehdidini savurur. 83. ayet, iblisin bir itirafı gibidir. Bu itiraf Rabbimizin imanını saf ve temiz tutma çabasını desteklediği samimi kullarını yoldan çıkarmaya güç yetiremeyeceği beyanıdır.
Nur suresinin 21. ayetinde olabilecek bütün sonuçlarıyla inananlar uyarılarak karar irade verdiği kullara bırakılır: “Siz ey iman edenler! Şeytanın adımlarını izlemeyin; çünkü kim ki şeytanın adımlarını izlerse bilsin ki o, yalnızca çirkin ve iffetsiz olanı, akla ve sağduyuya aykırı olanı emreder. ve eğer Allah’ın üzerinizdeki fazlı ve rahmeti olmasaydı sizden hiçbiriniz asla saffetini koruyamaz, arınamazdı; lakin Allah (arınmak) isteyen kimseyi arındırmayı diler; zira Allah (arınmak isteyen herkesi) çok iyi işitir ve çok iyi bilir.
Her varlık neye programlandıysa ona göre bir görev icra ediyor. Anladığımız kadarıyla şeytan da kendisine tanınan süre doluncaya kadar ne yapacağını deklare etmiştir. Kendine inananları saptırmak…
Şimdi geldiğimiz son duruma bakalım. Milyonlarca insanın şeytan taşladığı bir ülkenin yönetimi şeytanlarla iş tutuyor. Ramazanda şeytanlar bağlanırsa bu durumu en somut şekilde görmemiz icap eden bir ülkenin şeytani organizasyonlara alet olması ne acı! Şeytanı en çok sevindirenlerin şeytanların en çok taşlandığı diyarlarda olmasından daha vahim bir şey olabilir mi?
Selamların en güzeliyle…
H.Halim Kartal 09 Haziran 2017