Seydişehir’i ne zaman dışarıdan seyretmek üzere biraz açılsam gözüm hep o zirveye uzanırdı. “Acaba şu keskin kayaklıkların, şu alabildiğine heybetli duran en tepesine ulaşabilir miyim, şehrin 2575 rakımlı ve Küpe Sivrisi ya da Büyük Gözet diye ün yapmış bölgesine çıkma imkânım olur mu, olursa da bunu ben gerçekleştirebilir miyim?” diye düşünürdüm.
Nihayet bu düşüncelerimi gerçekleştirmek, 20 Ağustos 2017 Pazar gününe kısmetmiş. Ekip arkadaşlarımız, “sabah 04.30 söz konusu yere ulaşmak için hareketin başlayacağını” bildirdiler. Kendimi yokladım ve yıllardır kurduğum hayallerim zaten buraya çıkabileceğimin gücünü ilk anda verdi bana.
Akşamdan çantamı hazırladım ve saat dörtte uyandım. Sabah namazı vakti olmadığı için abdestimi aldım ve öylece yola koyulduk. Reze Beli’ne vardığımızda saat 05.30 oldu. Sabah namazını orada kılmak nasip oldu.,
Namazı müteakip, Reze Beli’nin güneyinden yani Seydişehir’den görülen kısımdan başladık tırmanışa… 12 saat önce yağan yağmurda her yer ıslaktı ve müthiş bir toprak kokusu vardı havada. İnsanda bulunan toksinleri en iyi alan alüvyonlar ve binlerce çeşit endemik bitki kokularının arasında son derece keyifle ve motive olmuş bir şekilde başlayan yürüyüşümüz, saatin 06.30’unda gün doğumu ile birlikte zirveye ulaştı.
Dünyanın en güzel kekiklerinin bulunduğu Toroslar’da ilerlerken, ağırlık yapmasından korktuğum için kekikleri toplamak yerine sadece selamlayıp geçiyorum. Sabah vaktinin verdiği dinamiklikle en zor parkurlardan birini sorunsuz bir şekilde aşıyoruz. Yükseldikçe ayrı bir güzelliği görmenin keyfini yaşarken, aldatıcı düzlüklere aldırış etmeden varmak istediğimiz hedefi odaklıyorum. Zira karşımda duran zirve o kadar heybetli ve o kadar ulaşılmaz gibi gözüküyor ki oraya varma azmimi kırmak istemiyorum. Neyse ki bizden önce giden dağcılar “bellikler” koymuşlar da bu şekilde daha bir rahatlıkla ilerliyoruz onların sayesinde. Ve karşımızdaki Büyük Gözet zirvesine hayranlıkla bakarken sanki Küpe Sivrisi; “durun hele zirve orası değil, asıl zirve benim” dercesine bize baktığını hissediveriyoruz.
Ekip arkadaşlarına; “herhalde oraya çıkmayacağız” diye soruyorum. Varmak istediğimiz zirvenin orası olduğunu duyunca içimden; “pes edesim” geliyor ama ekip ruhu beni oraya çıkmaya mecbur ediyor.
Şöyle bir daha bakıyorum ve içimden; “buraya çıkılmaz” diyorum. Benim bu halimi gören Mustafa Ünal Dayı ise ; “gözünde büyütme!” belli belirsiz ince ip gibi bir alanı göstererek; “oradan çıkarız” dese de, gözümün iyice korktuğunu itiraf etmeliyim. Yukarıya hiç bakmadan ekiple birlikte yürüyorum ve “buraya geçersek en zor yeri geçmiş oluruz” diyerek teselli arıyorum kendi kendime mırıldanarak. Yaklaştıkça da, uçurumun o kadar da tehlikeli olmadığını, yüksek olduğunu ama geçilemeyecek derecede dik olmadığını fark ediyor ve derin bir oh çekiyorum. Bu zorlu bölgeyi, batonları ve fotoğraf makinesini çantaya koyup ellerimizi kullanarak çıkıyoruz. Gerçekten de zor bölgeyi aşınca rahatlayıp, daha sonra da batı kısımdan 30-40 derece eğimli düz kayanın üstünden yürüyerek zirveye doğru ilerliyoruz.
Saat 10.15 ‘te zirvedeyiz… Küpe Sivrisi ve Büyük Gözet’ ulaştığımızda müthiş bir duygu yoğunluğu yaşıyoruz ve tüm yorgunluğumuz tükeniveriyor sanki… Doya doya etrafı seyrediyoruz. Bir tarafta Suğla Gölü diğer tarafta Beyşehir, Seydişehir ve kuzey batısında tam dokuz tane baraj… Bir tarafta; Gencek, Kirli diğer tarafta Gevrekli ve bir başka tarafta ise Anamas Dağı, Küpe Dağı… Yeter ki gözün uzakları alabilsin. Şu an bulunduğumuz yer 2575 m. Yükseklikteki Küpe Sivrisi. Bu yaşıma kadar kurduğum hayalin gerçekleşme anı… Bol bol video ve fotoğraf çekimi yapıyorum.
Ekip dinlendikten sonra 2575 metrede; tereyağlı bulgur pilavı yemek ve kara çaydanlıkta çay içmek, dünyanın hiç bir yerinde ulaşılamayacak zevkin zirvesi...
Saat 13.15’te iniş hazırlığına başlayıp yola düşüyoruz. İniş, çıkış kadar efor istemese de dikkat gerektiren bir süreçtir. 100 metre indikten sonra Adnan Taşçı’nın; “aşağıda kar var” sanki bize latife yaptığı duygusu veriyor. 150 metre 150 m aşağıdaki çukurda karı görünce tereddütsüz iniyoruz ve Ağustos’un 20sinde kar yemenin keyfini yaşıyoruz.
O kadar yükseklikte kar bulmak hem de buz gibi su bulmak kelimelerle izah edilecek bir şey değil. Bayramlık alınmış çocuklar gibi sevinçliyiz. Yanımızda bulunan karadut reçeli ile karıp, öğleninin yakıcı sıcağında kar yiyoruz.
2300 metrede karşılaştığımız keçi sürüsünün sahibi Ali Yalçın’la bir süre sohbet ediyoruz. Kendi sürüsünün; “o bölgede bulunan tek sürü olduğunu” söylüyor. O bölgenin endemik bitkileri ile beslenen keçilerin etinin ne kadar lezzetli olacağını varın siz düşünün. 2200 metredeki selam verdiğimiz kekiklerin bir kısmını bu sefer yolup yanımıza alıyoruz.
Sabah 05.30 başladığımız yürüyüş akşam 18.00’da bitiyor ve yorgun ama mutlu bir şekilde evimize dönmenin keyfini yaşıyoruz.