banner202

banner203

BİST
ALTIN
DOLAR
STERLİN
EURO

banner176

İşte bir bayrama daha yaklaşıyoruz. İçimizde bayram sevincinden eser yok. Kurban pazarları, kurbanlıklar konuşuluyor kısa birlikteliklerde.  Birçoğumuz sadece alışkanlık haline getirdiğimiz bir eylemi tekrarlamaya hazırlanıyor gibiyiz.

Sorular durumun özeti aslında: Bu hayvan kaç kilo gelir, kaç lira? Siz ne aldınız? Ortaklar kimler? Derin dondurucu aldınız mı?

        Haberlerde bayram trafiği var, denetimlerin artırılmasına rağmen gene kazalar var, otel odalarında işlenen yasak aşk cinayetleri var; uzaklarda Myanmar isimli bir ülkede ordu birliklerinin Müslüman oldukları için sürek avı yapar gibi yakıp yıkarak öldürdükleri kadınlar var, çocuklar var; her şeyleri ellerinden alınmış kaçıp kurtulmasına bile izin verilmeyen insanlar var. Filistin’de, Suriye’de, Irak’ta kan var, gözyaşı var, zulüm var.

        Bayram yaklaşıyor; lakin yüreklerimize çöreklenen acılar sebebiyle çocuk yüzlerinde çiçek çiçek açılan bayram havasını görmek, hissetmek mümkün olmuyor.

        Avunuyoruz sadece kestiğimiz kurbanlarla. Kurban kesiyoruz; lakin bu durum içimizdeki şiddeti, birbirimize karşı beslediğimiz kin ve nefreti yazık ki kesmiyor. Yalanı, riyayı, dalavere ve desiseyi; zulmün bin bir çeşidini, kendini güçlü görenin zayıfı ezme veya sömürme hırsını kesemiyor. Bunlar kesilmeyince gönül hiçbir şeyle teselli bulmuyor.

        Teselli kelimesi dilimin ucunda belirince edebiyatımızın iki büyük şairini hatırladım: Mehmet Akif İle Yahya Kemal’i.

        Bursa’nın Yunan palikaryaları tarafından işgal edilip de Osman Gazi’nin mezarı başında tepinildiği sıralarda kaleme aldığı “Bülbül” şiirinde bu elim olaydan duyduğu ıstırabı, yaşadığı matemi hiçbir şeyin dindiremeyeceğini şu mısralarla belirtir:

        “Teselliden nasibim yok, hazan ağlar baharımda,

        Bugün bir hanümansız serseriyim öz diyarımda.”

        Aynı şiirin sonunda dertleştiği bülbüle neden susması gerektiğini de şu şekilde belirtir:

        “Dolaşsın sonra İslam’ın haremgahında namahrem,

         Benim hakkım sus ey bülbül senin hakkın değil matem!”

        Bugün İslam’ın haremgahında namahremden çok ne var? Suriye ve Irak’ta Türkmen şehirleri güya bir beladan kurtarılırken belaların daha püsküllülerine razı edilmek üzereler. Güney sınırlarımız boyunca İslam düşmanı Haçlı- Siyonist ittifakları yüz yıl önce parsel parsel eyledikleri haritaların başında gene oynuyorlar istedikleri gibi. Mescid-i Aksa mahzun, her gün evleri buldozerlerle yıkılıp kafaları kolları kırılan Filistinlilere emanet.

        Şair, Osmanlı Devleti’nin son asrında yıkımdan yıkıma sürüklenerek yıkılıp gidişine tanık olmuş, Milli Mücadele ile Türkiye Cumhuriyeti’nin doğuşuna her şeyiyle emek verenlerden olmuştur. Akif merhum hayatta olsaydı eminim, yüz yıl önceki ikazından daha ağırını yapardı her halde lüks ve israf batağına saplanmış ekran başında kurban etinin en güzel nasıl terbiye edilip servis edileceğini izleyen dindaşlarına:

        “Irzımızdır çiğnenen, namusumuzdur doğranan…

         Hey sıkılmaz, ağlamazsan, bari gülmekten utan!”   

Yahya Kemal de bahseder teselliden; lakin şairi bir türlü teselli edemeyecek olan Akif’e göre faklı bir bağlamda dile getirilir Rindlerin Akşamı şiirinde: “Cihana bir daha gelmek hayal edilse bile/ Avunmak istemeyiz öyle bir teselliyle”

 Teselli… Her şeye rağmen şairi teselli edemeyecek olan ‘dönülmez akşamın ufku’na yaklaştığını hissedip öldükten sonra dirilme inancına bir türlü aklının yatmaması gibi görünüyor.

Yol Düşüncesi şiirinde ihtiyarladığının farkına varan şair, daha önemli bir olgunun da farkına vardığını söyler: Maddecilik veya materyalizm dünyayı öyle tatsız ve yaşanmaz bir hale getirmiştir ki bu durum âlemin serhaddi yani dünyanın sonu gibidir:

“Bu defa farkına vardım ki ihtiyarlamışım.
Hayatı bir camın ardında gösteren tılsım
Bozulmuş, anlıyorum, çıktığım seyahatte.
Cihan ve ben değiliz artık eski hâlette.
Bu gözlerim, medeniyetlerin bıraktığını,
Beş on yıl önce, görür müydü, böyle taş yığını?
Bugünse yeryüzü hep madde, her ufuk maddî.
Demek ki âlemin artık göründü serhaddi.”

        Sözün kısası kurban keselim; lakin bunun devamı olması gereken karşılıksız iyiliği, birbirimizi sevmeyi, bizi birbirimize ve Rabbimize bağlayan rabıtaları kesmeyelim. Kesmeyelim ki kurbanlarımız avuntularımızın aracı olmasın.

        “Yaşamak sevmek kadar gönülden olsun” Bayramınız mübarek olsun!      

        Selamların en güzeliyle…

        H. Halim Kartal                 29 Ağustos 17

Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.