Devlet, partilere ilk önce, bizim verdiğimiz vergilerle biriktirdiği paralardan, "seçim çalışmalarında kullansınlar" diyerek trilyonlarca lira değerinde para veriyor... Partiler de bu paralarla aylar süren kavga ve gürültülerle milletin kafasını ütülüyor, daha sonra da birileri kazanıyor birileri de kaybediyor... Daha sonra da başlıyorlar ağza alınmayan sözlerle, parasını harcadıkları milletin önünde bir birlerine hakaret etmeye...
Bırakın, bir birlerine hakaret etmeyi, parasını harcadıkları milletin seçtiklerini ya da seçmek isteyip de seçemediklerini aşağılamaya, onlara hakaretler etmeye ve gelecek seçime kadar da bu tavırlarını sürdürmeye başlıyor ve devam ediyorlar.
Yani bu millet yani siyasilerin aslında patronu olan bu millet, bu hakaretleri yemek için mi veriyor parayı onlara? Benim bildiğim kadarıyla parayı veren her kimse patron da odur. Bunun bilinmesine rağmen patrona hakaret eden bir çalışan nasıl oluyor da kendi patronuna hakaretler ediyor ve hala o işi yapmaya devam ediyor? Bu hem sosyolojiye hem psikolojiye hem iktisat ilmine hem de tarih bilimine zıtlık içeren bir durum değil midir?
Şahsım adına hem para verip hem de hakaret yemeyi reddediyorum.
Ama görüyorum ki, bir çoğumuz para vererek hakaret yemeyi kabul etmişiz ve siyasetçilerin dümen suyuna girip, onlarla birlikte; aslında kapı bir komşumuz olan, aslında bakkalımız, manavımız, kasabımız, ayakkabıcımız, elbisecimiz, fırıncımız, çiftçimiz, köylümüz, esnafımız, işçimiz, memurumuz, amirimiz olan yani kendimiz gibi olan insanlara bizler de yazılarımızla, sözlerimizle, hal ve hareketlerimizle hakaret etmeye başlıyoruz.
Acaba birazcık da olsa akıl nimetini yerinde kullanma, verimli kullanma gibi konulara dikkat etsek de, "başkalarının sözleri ile en yakınlarımıza kötü muamelede bulunmasak olmaz mı?" diye düşünmekten kendimi alamıyorum.
Düşünsenize, bir parti lideri bir cümle sarf ediyor ve hemen akabinde "mal bulmuş mağribi" gibi o cümleye sarılıp, sanki kendi ürünümüzmüş gibi, sanki söylenen o sözler tamamen doğruymuş gibi sımsıkı sarılıyor ve bizler de sarf ediyoruz.
Hâlbuki kendisini başkalarına kullandırmayan bir toplumun bireyleri olmayı denesek göreceğiz ki "kötü" diye nitelediğimiz her şey düzelme yoluna girecek ve bizi kullanmaya çalışanların hepsi toz olup kaybolup gidecekler.
Gelin şu andan itibaren, başkası olmak yerine başkalarının ağzından çıkanları tekrar etmek, onu kopya çekmek yerine kendimiz olalım ve kendimiz bir şeyler üretelim.
Unutmayalım ki taklit etmek; kişilik bozukluğudur, karakter yoksunluğudur, aklını kullanma iradesinden yoksun bulunmaktır.
Tayyar Yıldırım