banner202

banner203

BİST
ALTIN
DOLAR
STERLİN
EURO

banner176

        Yazıya tam orta yerinden başlamak, bir sorudan hareketle o sorunun muhtemel cevaplarını sıralamakher halde.

        Zaman zaman kendimizle yüzleşirken başlarız böyle söylemeye:

        Bize ne oluyor da hakikatin peşine düşüp yoruluncaya kadar aramak dururken oturduğumuz yerde laf salatası yaparak zaman öldürüyoruz?

        Bize ne oluyor da her fırsatta karanlığa küfrediyoruz da bir mum yakıvermiyoruz?

        Bize ne oluyor da şu uzun kış gecelerinde okunacak o kadar kitap, ziyaret bekleyen o kadar insan, sevindirilecek o kadar gariban varken, uyuyor, uyuyor, uyuyoruz?

        Bize ne oluyor da çok gülüyor, az ağlıyoruz?

        Sevgili Gökhan Özcan’ın benzetmesiyle soralım: Bize ne oluyor da görmeden, duymadan, anlamadan, anlamlandırmadan  ‘kendi hayatımızın firarisi’ olarak ömür tüketiyoruz?

Doktor, hemşire, avukat, hâkim, memur, işçi her şey oluyoruz da neden bir türlü kendimiz olamıyoruz?

        Bize ne oluyor da bir lahza durup düşünme, muhakeme etme gereği duymadan inanıveriyoruz kulaklarımıza üflenen her fısıltıya?

        Bırakalım ciddi bir fedakârlığı bir bardak su istense konforumuzu bozmamak adına‘Bana ne?’ diyebilme vurdumduymazlığına nasıl savrulduk?

        Bize ne oluyor da karşımızda duran apaçık hakikatleri insanlaragöstermek yerine doğruluğu kesin ve net olmayan şeyleri anlatmayı marifet sanırız?

        Sözün şehvetine kapılarak seçimle iş başına gelen insanların yaptıkları veya yaptıklarını zannettiğimiz yanlışlarını konuşur, konuşur, konuşuruz da neden hiçbir zaman, hiçbir şekilde eleştirilerimizi yüzlerine karşı yapmayız?

        Bize ne oluyor da az çalışıp çok konuşuruz?

        Bize ne oluyor da sevgi, barış, kardeşlik laflarını dilimizden düşürmediğimiz halde bir kıvılcımla ortalığı yangın yerine çevirecek kavgalara nasıl tutuşabiliyoruz?

        Bize ne oluyor da söylediklerimiz dilimizden kalbimize bir türlü inemiyor?

        Bize ne oluyor da Mevlana’nın öğütlerini birer süs nesnesinden ötelere taşıyamıyoruz?        

        Sahi bize ne oluyor?

        Biz kimiz? Aynaya baksak tanıyabilecek miyiz kendimizi?

        Kim olduğumuzu ve kendimizi bile tanıyamayacak bu hale gelmemizde kalplerimizi kırk kilitle kilitlemenin etkin bir role sahip olduğunu Gökhan Özcan şu cümlelerle dile getiriyor ‘Kendi Hayatının Firarisi’ başlıklı yazısında:

        “Aslında her şey kendi derinliği içinde yaşamaya ve yaşanmaya devam ediyor. Bütün bunlardan yüz çeviren biziz. Hissetmeyen, fark etmeyen, ayrıntıların peşine hiç düşmeyen, anlamaya, anlamlandırmaya gayret etmeyen biziz. Her şeyi daha anlamlı yaşamaktan korkan, gerçeği yaşamanın insanı incittiğine, yorduğuna, kırdığına, canını sıktığına, şu kör akıntının gerisinde bıraktığına inanan ve bütün bu korkularla kendi hayatından kaçan biziz. Gözünü kapayan, kulağını tıkayan, kalbini kırk kilitle kilitleyen biziz. Bütün bunları düşünmemek için her şeyi gürültüye boğan biziz. Hiçbir şey kaçmıyor bizden, kendi hayatının firarisi olan biziz.”

         Kendi hayatımızın firarisi olmak için gerçekten yazarın o harika tespitiylekalbimizi ‘kırk kilitle kilitlemek’ gerekiyormuş. Başka türlü asla mümkün olmazdı olamazdı bu.

        Her gün haber bültenlerine düşen şiddet ve dehşet olayları, trafikte yaşanan onca vandallık, canavarlık kalpler kırk kilitle kilitlenmese mümkün olabilir miydi?

        Mazluma el uzatmak yerine zalimin iştahını kabartacak iş ve eylemlere yaklaşabilir miydik kalplerimizi kilitlemeseydik?

        ‘Bize ne oluyor da…’ etiketiyle başlayan yığınla cümle kurabilir, yığınla arıza notu düşebiliriz; ama boşuna…

        Bize ne olduğunu en iyi bilen de biziz; çözüm de tabi ki bizde.

Kendi irademizle, kendi ellerimizle hakikatlere kapadığımız kalplerimizin üstündeki kırk paslı kilidi açabilirsek belki…

        Selamların en güzeliyle…

        H. Halim Kartal                      21 Aralık 18

Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.