Gündemde seçimler var.
Dün aday adayları çıkmıştı resimli reklamlar eşliğinde görücüye, bugün adaylar…
Muhtarlık seçimleri başkanlık seçimlerinden daha renkli geçeceğe benziyor.
Her mahallede, her köşe başında boy boy resimler.
Ev ziyaretleri, kapılara bırakılmış el ilanları, notlar…
Bu memleket bizim, dileğimiz iyi olanın kazanması elbette. İyi olan kazansın ki hepimiz kazanalım, millet kazansın.
Bu konuda her zaman lafını çok söyleyip de uygulamaya gelince bir türlü beceremediğimiz şey liyakati temel ölçümüz haline getirememek. İdeolojik körlükler fanatizme götürüyor; fanatizm de hakikatle aramıza aşılmaz duvarlar örüyor. Hâlbuki geliştireceğimiz tavır basit. Bir işi en iyi kim yapıyorsa ehil odur.
Liyakat söz konusu olunca şu meşhur fıkrayı hatırlarım:
Hoca Nasreddin bir gün almış kucağına bağlamayı saz çalıyor; lakin tellerden çıkan sesler aynı. Birisi “Hocam demiş başkaları senin gibi çalmıyor, ellerini sazın perdeleri üzerinde aşağı yukarı gezdiriyorlar.” Hoca bu, cevap hazır: Yahu, onlar benim bulduğum sesi arıyorlar!
Alev Alatlı’yı bilirsiniz. Sosyolojimizi de psikolojimizi de iyi okuyan, entelektüel birikimi zengin, değerli bir düşünürümüz.
20 Temmuz 2018’de Anadolu Ajansı muhabiri Gülsüm İncekara’ya verdiği mülakatta ülkemizin 250 yıldır karşı karşıya olduğu en önemli sorunun liyakat sorunu olduğunu belirterek bu sorunu çözersek rahmetli Özal’ın kehanetinin doğrulanacağın yani 21. Yüzyılın gerçekten Türklerin yüzyılı olacağını söylemiş.
Alatlı’ya göre en önemli ve öncelikli meselemiz liyakat. Bu konuda İncekara’nın aşağıdaki sorusuna verdiği cevabı çerçeveletip evlerimizin bir köşesine asmamız lazım.
Türkiye'yi yakından tanıyan aydın olarak ısrarla liyakat diyorsunuz. Liyakat sorununu çözdüğümüzde bunun içeriye ve dışarıya nasıl yansımaları olur?
“Liyakat sorunu çözüldüğünde Türkiye şahlanır. Bir kere, eğitimden adli sisteme, imardan enerjiye, tarımdan basına hemen her alanda gözlemlediğimiz o müthiş savurganlığın sonu gelir. Zor kazanılmış birikimlerimizi rasyonel yatırımlara dönüştürme imkânı doğar. Zaman yönetimi mümkün olur. Bir günlük işi bir aya yayıp sürüncemede bırakmaz, ödenekleri çarçur etmez, bütçeleri delmeyiz. Gözaltı süreleri kısalır. Mahkemeler daha hızlı karar alır. Çocuklar hangi sınava gireceklerini bilir. Tesisatçı gideri yanlış yere bağlamaz. Elektrikçi kabloyu izole eder, yangın çıkartmaz. Caddeler, en ufak bir serpintide göle dönmez. Dünyayı doğru okur, doğru yorumlar, kim dost, kim düşman doğru kestirirsek olası FETÖ'lere hazırlıksız yakalanmayız.
Hepsinden önemlisi, liyakat noksanının suçunu birbirimize atmaz, birbirimizi haksız kazançla, ihanetle suçlamaktansa meselelerin kök nedenlerine inme alışkanlığı kazanırız. Siyaset bile rasyonelleşir.Bizi kahreden olumsuzlukların ezici çoğunluğu, aktörlerin ehil olmamalarından kaynaklanıyor, ahlaksızlıklarından değil.Hâsılı, liyakat meselesini çözer, emaneti ehline bırakmayı ilke edinirsek, etnik veya sınıfsal veya ideolojik kutuplaşma kaygıları yok olur, Türkiye 21 yüzyılda uçar! Ele güne karşı caydırıcı bir güç olmak da böyle bir şeydir zaten. Hayırhah bir güç olmak da öyle.”
Ne bir eksik, ne bir fazla…
Tespitlerinin her birinin doğruluğuna ve yerli yerinde oluşuna bir diyeceğimiz olabilir mi?
Sadakat ne mi olacak?
Liyakatsiz sadakat ne demekse o olacak.
Elbette sadakat de lazım; ama…
Adamın sadakati önce insanlığına olsun.
Allah’ına, vatanına, milletine, bayrağına…
Liyakati olanın sadakati de olur; zira sadakat liyakatin içinde.
Yahut Ziya Paşa’nın dediği gibi…
“Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz
Kişinin görünür rütbe-i aklı eserinde”
Selamların en güzeliyle…
H. Halim Kartal 15 Şubat 19