banner202

banner203

BİST
ALTIN
DOLAR
STERLİN
EURO

banner176

“Yerinde, uygun, doğru, yaraşır, yakışır” anlamlarını taşıyan bu kelime daha çok bir haksızlığa veya zulme uğrayanlar tarafından sitem, itiraz, isyan ve bunun gibi duyguları ifade edecek şekilde asırlarca kullanılmış, kullanılmaktadır.

        Bir şarkıda âşık, ıstırabına neden olan durumu sitem dolu şu mısralarla sorgulama ihtiyacı duyar: “Reva mı hiddetin, reva mı şiddetin / Zulmeden sen misin, bilmem ki ben miyim?”Farsça asıllı bu kelime bazı hallerde haksız, uygunsuz bir davranışa maruz kalan bir insanın çaresizlik içinde haykırışı olur: Reva mı ulan bu yaptığınız?

        Adam, varlığı aydın bir akılla okuma bilincine sahip değilse kendine reva gördüğünü, başkalarına görmez yahut kendine reva görmediğini başkalarına uygun görmekten zerrece çekinmez.

        Reva mıdır, değil midir? Kişinin kendisine ve başkalarına reva gördüğü şeyler konusunda tutarlı, adil bir yaklaşım içinde olup olmadığını en iyi bilgi içimize yerleştirilmiştir ki bu donanıma Rabbimiz fıtrat adını koymuştur. Rum suresinin 30. Ayetinde bu gerçek şu şekilde beyan edilmiştir: “İmdi sen, varlığını her tür sapmadan uzaklaşarak tümüyle doğru ve asıl dine, Allah’ın insanlığın özüne yaratılıştan nakşettiği fıtrata çevir; (ta ki) Allah’ın yarattığında olumsuz bir değişme olmasın. İşte değer (odaklı) gerçek Din’in (amacı) budur ve fakat insanların çoğu bilmiyorlar.”

         Prof. Şaban Ali Düzgün Hoca, Sarp Yokuşun Eteğinde İnsan adlı eserinin ‘Ontolojik Egemenlik Kanalları’ başlıklı bölümünde bu gerçeği oldukça isabetli bulduğum şu cümlelerle ifade eder: “Allah’ın Âdeme (insan türüne) isimleri öğretmesi, dış dünyada insanın duyusal ve zihinsel olarak keşfettiği bütün varlıkların insana hazır olarak verildiği anlamına gelir. Bütün varlık birimleri, insanın temel yargılara ulaşmasını mümkün kılan anlamlarla donatılmıştır. Bu anlam örgüsü insan üzerinde entelektüel egemenlik kurar. Bu egemenlik de insanda kendini bazen iyi-kötü gibi ahlaki bir yargı; bazen güzel-çirkin gibi estetik bir duygu bazen de doğru-yanlış gibi bilgisel bir yargı olarak dışa vurur. Önümüze konulan malzemeleri işleyerek bilgi üreten zihnimizin bu bilgiye dayandırdığı ahlaki, estetik ve bilgisel yargılar böylece bu egemenliğin altında yapılmış olmaktadır.

        İçine sinen bu doğal ışıkla insan, iyiyi-kötüyü, faydalıyı- zararlıyı, doğruyu-yanlışı birbirinden ayırabilmekte; iyiyi yaptığı zaman bunun devamını arzulayan bir iç sevinç, kötüyü yaptığında ise bunu takip eden bir pişmanlık durumunu yaşamaktadır. Bunlar aydınlanan aklın insana yaşattığı hallerdir.”

Bu izaha göre öncelikle kendi nefsimizi muhatap alarak cevap aradığımız her soruyu, cevaplama mükellefiyeti öncelikle bana aittir yaklaşımıyla sorabiliriz. Mesela…

Zulme rıza anlamına gelebilecek bir sorumsuzluk örneği olmayı aklına, aklına olmazsa vicdanına kısaca bunların merkezi demek olan fıtratına kabul ettirebilecek misin? Cevabın hayırsa aklının, sağduyunun, ortak iyinin (maruf) değil, nefsinin diğer bir deyişle yani ortak kötünün(münker) emrindesin demektir. İşte bu kendine ettiğin reva mıdır?

Şüheda yurdunda ecdadının kemiklerini sızlatacak iş ve eylemler içinde bulunanlarla aynı safta bulunman reva mıdır? Şüheda yurdunda ecdadının kemiklerini sızlatanlara örnek olarak “Bu ezanlar ki şehadetleri dinin temeli”; ama ebedi yurdumun üstünde artık inlemesin! Diyenleri hatırlayabiliriz.

        15 Temmuz’da sala ve ezan okuduğu için müezzinleri dövenlerle Filistin’de, Kudüs’te Mescid-i Aksa’da Müslümanların kutsallarına saldıranlar, savunmasız insanlardan geçtik birkaç yaşında çocuklara bile terörist muamelesi yapan siyonist zorbaların aynı amaca hizmet ettiklerini bilmemek, bilip de kim olursa olsun mazlumda yana, zalime karşı olmamak reva mıdır?

        Haçlı-Siyonist ittifakının bulundukları her yerde ve her ortamda kendilerinden kabul etmedikleri herkesi acilen temizlenmesi gereken pislik hükmünde gördüklerini son Yeni Zelanda vahşeti yeterince anlatmadı mı?

        104 yıl önce Çanakkale’de İslam’ı boğmaya gelenleri “kimi Hindu, kimi yamyam, kimi bilmem ne bela/ Hani tauna da züldür bu rezil istila!” mısralarıyla tanıtan Mehmet Akif Ersoy’un canhıraş uyarılarının bugün öneminden bir şey kaybetmediğini düşünmemek reva mıdır?

        Üzerinde yaşadığımız toprakları vatanlaştıran bütün şehitlerimize sonsuz rahmetler diliyorum.

        Selamların en güzeliyle…

        H. Halim Kartal                  17 Mart 19

Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.