Prof. Şaban Ali Düzgün Hoca Dindar Suretler SekülerSiretler adlı eserinde der ki: “Varlığın bir parçası olarak insanın da bir doğası var. Hz. Peygamber’in (sas) insanın temiz doğayla/fıtratla dünyaya geldiği, toplumların bu fıtratı sonradan bozduğu yönündeki sözü insanın temiz bir fıtrata sahip olduğu yönünde önemli bir belirlemede bulunmaktadır. Bozulmamış bu fıtrat, bozulan her şeyi yeniden ilk ayarlarına kavuşturmanın yol-yön gösteren işaretlerini içinde barındırır.” Sah. 79
Hoca’ya göre Allah’ın seçip gönderdiği her elçinin yaptığı, içinde yaşadığı toplumun standartlarının dışına çıkmayı başararak onlara yaptıkları ‘kendine gel’ yahut ‘fabrika ayarlarına dön’ çağrısıdır. Bunun adı ‘hanifliktir ve Hoca, hanifliğin Kur’an’da her mü’minin takip edeceği standardın dışında bir yol arama yöntemi olarak sunulduğunu belirtir.
***
Bu çağrıyı kim yapar?
Yukarıdaki bilgi bu çağrıyı kimin yapabileceğinin de bilgisidir bana göre; çünkü her halükarda ‘kendine gel!’ diyen kendinde ve ne yaptığından emin olmalı. Yoksa çağrıya muhatap olan bunu kabullenmez de “Ya sen kendinde misin?” derse… Yüzleşmeye kalkar mı kendisiyle bir anlığına bile olsa. Öyle ya, ya kendinde değilse kendine gel diyen?
Bulunduğumuz yerden kolayca söyleyiveriyoruz da ne zaman kendimiz kendimizde olduk da başkalarına bu çağrıyı yapma hakkını kazandık diye kafa yoruyor muyuz yeterince?
Birine “Kendine gel!” demenin müşkülatını anlatmaya çalışıyorum açıkça. Bunun o kadar kolay olmadığı kanaatine ulaşıyorum aynaya baktığım zaman.
Kendine gelmek deyimini baygınlığı geçmek, ayılmak; durumu düzelmek anlamlarında kullandık daha çok. ‘Bir yitirişin ardından tekrar kavuşmak; gidilen yer her neresi ise dönülen yerin kendin olması hali’ ekşi sözlüğe göre kendine gelmek. Kendine gelmek, ‘kendine dönüş’ kısaca.
“Hoşça bak zatına kim zübde-i âlemsin sen Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen”
Kısaca "Kendine güzelce bak ki, âlemin özü sensin. Sen varlığın göz bebeği olan âdemsin." diyen Şeyh Galip, insanın bu bilgi ve bilinci hayatın olmazsa olmazı haline getirmesi halinde bir yerde ‘Kendine gel!’ uyarısına hedef olmasını temelli engelleyecek bir formülü mü dile getirmiştir?
‘Kendine gel!’ diyenin bu çağrısı şimdilerde ne demek oluyor bir bakalım:
-Ağzından çıkanı kulakların duymuyor!
–Saçmalıyorsun, kes artık!
- Yahu sen hala oralarda mısın?
– Üsküdar’da sabah oldu!
– Aç artık şu kahrolmayası gözünü!
– Hangi çağda yaşıyoruz!
Sanki fabrika ayarlarımız bozuldu da ‘Kendine gel!’ diyen aklınca muhatabına format atıyor.
Problem şu: ‘Kendine gel!’ diyen kendinde değilse… Kendine çağrılan asıl kendinde olmayanın ‘kendine gel!’ diyen olduğunda ısrar ediyor. Böylece derde deva, sadra şifa bir gelişme hâsıl olmuyor artan elektrik yükünden gayrı.
Oysa ideal olan, sözü ukalalık etmek için değil, “Söz ola kese savaşı/ Söz ola kestire başı/ Söz ola ağulu aşı/ Bal ile yağ ede bir söz” diyen Yunus Emre kavlince ve kararınca söylemek.
Yoksa Karacaoğlan gibi “Bana kara diyen dilber/ Kaşların kara değil mi?” havasında bir kısırdöngüde heder olup gidiyor ömürler.
Kendine gelmenin bir dizi kaybolmak halinin ardından yaşandığı malum sözlükte şu örnekle açıklanır:
“TV’de zapping yaparken bir önceki kanalda bırakılan dizi ya da filme tekrar döndüğünüz anda aradan geçen zaman zarfında neleri kaçırmış olduğunuzu seyredilen şeyin bir özetini izlemek imkânına eriştiğiniz anda elde ettiğiniz gibi; kendine dönüşte de kayboluş faslındaki yaşantılarınızın geride kalmış kopuk kareleri vardır. Yer, kişiler, dekor, mevsim; savaşlar, barışlar, olan biten; arada kaybolmuş satırlar, iletilmemiş mektuplar, iletilip de okunmamış mesajlar… Hepsi size yeniden döner. Önce kaybolduğunuzu hatırlarsınız, sonra o kayıp halinde yaşadıklarınızı bir güzel temize çekersiniz. Hangisi önemliydi ve niçin önemliydi, hangisi önemsizdi ve neden önemsizleşti; hepsini gözden geçirirsiniz. Bir silkinme halidir kendine gelmek. Uyku mahmuru gözlerinizi açık tutmaya çalışmak nasıl uyanık olmak demek değilse, kaybolduğunuz bir zaman diliminde yaşarken yaşamış olduklarınız da aynen bu şekilde yarım yamalaktır.”
Rahmetli Cemil Meriç, …izm’lerin ‘idrakimize giydirilen deli gömlekleri olduğunu söyler Bu Ülke adlı eserinde. Kavram kargaşalarıyla, şimdilerde çok duyduğumuz algı operasyonlarıyla büyük sarsıntılar yaşadık. Doğru bildiğimiz çok şeyin yanlış, yanlış bildiğimiz birçok şeyin ise doğru olduğu şoklarıyla hop oturup hop kalkar olduk. Hocalarımız da kavgalı birbiriyle hacılarımız da. Böyle bir hengâmede ‘Kendine gel!’ diyenin çağrısıyla bir silkinme hali oluşabilir mi üzerimizde, uyanmak mümkün olabilir mi asırlar süren uykularımızdan?
Bilmiyorum. Bildiğim ve inandığım tek gerçek şu: İnandığımız değerleri asırların toz ve tortularından kurtarılmış asli, orijinal halleriyle tanıyıp öğrenmemiz gerekiyor.
Bizi kendimize getirecekse her türlü taassuptan uzak küçük olsa da samimi bu kabil arayışlarımız getirecektir.
Selamların en güzeliyle…
H. Halim Kartal