Ayşe ÜNÜVAR
“Hoş geldin on bir ayın sultanı”
Eskidendi, eskimeyen zamanlardan, dağların dağlara kavuştuğu, insanın insanı anladığı, yürekçe konuşulduğu zamanlardan… “Nerede o eski ramazanlar” diye başlar, tadı damaklarda kalan gelenekler anlatırdı büyüklerimiz…
Ramazan ayı kalplerin yumuşadığı, hoşgörü ve sevginin arttığı, toplumu sıcacık birbirine bağlayan tadı ile geliverir evlerimize. İnsan, ruhunun manevi şuurla yıkanmasından hoşnut, ibadetlerin en güzelini yapmaya ve mübarek ayın bereketine nail olmaya gayret eder. İhtiyaç sahiplerini gözetmek, küçüklere sabırlı bir şifa öğretmek, nimetlere hakkıyla saygı göstermek, varlıkların kıymetini bilmek adına bize müjdelenen bu güzel ay, bereketi ile gönüllerimize dolarken bizler onun gelişini dört gözle bekleriz… Kekikli çorbalar, sarmalar, dolmalar, rengârenk kompostolar, tatlılar ve iftariyeliklerle donatırız sofraları. Zeytin ve hurma vazgeçilmezimizdir. “Oruç tut sıhhat bul” mahyaları asılan camilerden ezan sesi duyulurken bir başka yerden top sesi gelir. Eski ramazanlar diye başlayan seslere kulak verince duyduğum ilk sestir top sesi. Ramazan ayına özel kalelerden top atışı yapanların, yöresel kıyafet giydiğini anlatırdı dedem.
Güzel geleneklerle taçlandırılan bu kutlu ayda; ramazan davulcusunun, “Davetleri pek severiz/ Bin teşekkür ederiz/ Yemekler sevdi bizi/ Diş kirası isteriz.” manisiyle sahura girilir, “sahur pişisi” konu komşuya dağıtıldıktan sonra, Allah ne verdiyse yenilip niyet edilirdi. “Sahur beklemek”, “sahura kalkmak”, “sahur bereketi” gibi güzel deyişlerimiz vardı. “Niyetliyim” diyerek yola düşülür, selamsız geçilmez, konu komşu hakkına riayet edilir ve özellikle çocukların keyifleri ile yakından ilgilenilir, evde küçük çocukların sahura kalkma, iftar açma, teravihe gitme alışkanlıklarını doğru kazanması için itina gösterilirdi. “Tekne orucu” bunlardan biriydi. Çocuğun gönlü kırılmasın istenirdi. Bunun için çocuklar öğle yemeği yerler ve sonra yine oruca devam ederek iftar beklerlerdi. Bu güzel âdet büyüklerin çocuğa hürmeti, sevgisi ve eğitsel katkısıydı. İftar, top sesiyle açılır, misafir çağrılmış ise evin kadınlarını bir telaş alır, en güzel yemekler, iftariyelikler hazır edilirdi. “İftar daveti” de devam eden geleneklerimizden olmasına rağmen eskinin davetleri daha ince anlamlar taşırdı. Konu komşu, hısım akraba yanında fakir fukara, düşkün, yolda kalmışlar da iftar davetinde unutulmaz başköşeye oturtulurdu. Zengin konaklarda iftar sofraları kurulur gelen geçen herkes buyur edilir, en çok da fukara gözetilir, iftar açıldıktan sonra ev sahibi, misafirlere “diş kirası” adı ile gelenekleşen hediyeler verirdi. Diş kirası, bütçeye göre değişir, kadife keselerin içine altın, akçe, tespih, mendil, çorap vb. koyanlar olurdu. Diş kirası geleneği; ev sahibinin, “Sizler soframı onurlandırıp bana sevap kazandırdınız.” diyerek misafirlerine teşekkür etmesiydi. Bu geleneklerle ramazan ayının daha coşkulu yaşanması sağlanırdı.
İftar sofralarını süsleyen tatlardan en güzeli de ramazan şerbetlerinden oluşur, halk bunları içmeye doyamazdı. Demirhindi şerbeti ile kızılcık şerbeti içenler şifa bulur ve hep birlikte teravihe gidilirdi. Gençler sahura kadar uyumaz aralarında yüksük oyunu, tura oyunu oynar, bilmeceler sorardı. Ramazan bereketi şehri çepeçevre sararken baktığımız her yerde oruç ayını hissettiren imgeler olurdu. Köşe başlarında güllaç ve tulumba tatlısı kuyrukları, ramazan pidesi, hurma tepsileri, zeytin tenekeleri sokakları süsler, tatlı bir telaş içinde küçüklü büyüklü kalabalıklar çarşılara akardı. Herkes gücünün yettiğince sofrasını donatmaya gayret eder ve ramazan ayına hürmet gösterirdi. Torununun elinden tutan dedeler çınar altlarında muhabbete koyulur, ramazan ayına dair hikmetli deyişler söyler, çocuğu işaret edip “Kulağına küpe olsun sen de evlatlarına anlat.” derlerdi.
Herkes heyecanla, neler yapıp da sevap alabilirim diye düşünür, hâli vakti yerinde olanlar manava, kasaba, bakkala uğrar; “Zimem defteriniz varsa çıkarıverin bakalım.” derlerdi. Zimem defteri çarşıya, pazara borç yapmış kişilerin listesiydi ve maddi durumu yerinde olan kişi bu borçları kapatırdı. Ya birkaç kişinin borcu ödenir ya da defterin tamamı kapatılırdı. Ne borç ödeyen kimin borcunu ödediğini bilirdi ne de borcu olan borcunu kimin kapattığını. Hürmetlice, incecik yapılırdı iyilikler. “Müslüman arif gerek.” düsturundan hareket edilir çocuklara bayramlık unutulmazdı. Ramazan ayı, İslam kültür medeniyetinde apayrı bir yeri olan gelenek, görenek, örf, âdet silsilesinin en hoş yerine getirildiği kutsal aydı ve “Allah yılına zamanına sağlıkla kavuştursun.” diyerek özlemle yeniden beklenmeye başlanırdı…
Eskide kalmadı o ramazanlar, çok şey değişti belki ama iftar davetlerimiz, fakir fukara gözetmemiz, borç kapatmamız, hediyeleşmelerimiz devam etmekte çok şükür. Yakın zamanda onlardan birine şahit olmak düştü bahtımıza, arife günü, Seyyid Harun Veli Camii yanındaki sadaka taşına çoluk çocuk, fakir fukara alsın diye bırakılan para ve şekerlere şahitlik ettik sessizce. Ardından, “Gönül almak da sadakadır” diyerek uğurladık ramazanı…
Kültür Sanat, 25 Nisan 2021 10:04
Yorumlar (0)