Herkesi anladı insan. Herkese yardım etti. ‘Elden tutma’ konusunda mahir olmayı yeğledi.Düşümüz, inancımız, geleneklerimizin bize en güzel çağrısıydı, bir diğerinin yarasını sarmak! Kapılarını yoklamak. Işıklarına bakmak, konu komşu hatırı gütmekti şiarımız. Sevdik bunu. İyi geldi bir de. Diğerlerini iyileştirmek, el uzatmak, gülümsemek şifalıca dokundu içimize. Bir köprüydü bu diğerleriyle bizim aramızdaki uzaklığı yakınlaştıran. Köprüleri sevdik hep. Bundan sebep köprüler kurduk tarihten bu yana; El uzatmak, şifa olmak, yakınlaşmak ve hemhal olabilmek adına… İşe yaramadı mı? Yaradı elbet. Mesafelerin önemi kalmadı, bir köprüyle olmazlar oldu, varmazlar yerine vardı… Öyle ya; Ezelden bize yadigârdı, el uzatmak, yardım etmek, köprü kurmaktan çok köprü olmak. Sosyal genetikle gelen bu aktarım hiç zorlamadan iyiliği ezber ettirdi bize. Zira uzak zamanları bile birliyorduk gönül dediğimiz köprülerle. Geçtik. Karşıladık. Alkışladık… Tüm bunları yapmayı yapabilmeyi şanımızdan sayar olduk. Köprü kurduk. Köprü olduk. Lakin içimizle olan köprülerin yıkılmaya başladığını geç gördük…
Hülasa yeni insan, düştüğünde kalkmak gerektiğini öğrenmekte gecikmeye başladı. Güçsüz, halsiz, silik bir kimlik geliştirmeye ve yardım beklemeye başladı. Birileri ile arasında köprü kurmayı bilen yapısı kendisi ile kuracağı tüm köprüleri unutturdu. Oysa insan tam olmadan, hamın halsizliğine el uzatsa da mahir olamazdı. İçini, yüreğini, kendi istek ve ihtiyaçlarını görmezden geldi. Unuttu kendini. Konuşmaz, anlaşmaz kendine fısıldamaz oldu. Zamanla geçecek sandı. Ama içi kırıldı. Bir el bir ses bekledi. Benimle “ben” arasındaki sen, sevgi köprüsü kurulsun derdinden küskün düştü…
İnsan herkesi anlarken; neden kendisini anlamaz, dinlemez, önem vermezdi? İşte tarihten bu yana şehirler şehirlere bağlansın, sular incitilmeden üzerinden geçilsin, uzaklar yakınlaşsın, işler tez görülsün diye köprüler kuran insanoğlu içiyle dışı arasına sevgi, anlayış, kabul etme…vb köprüleri kurmayı ihmal edip hatta unutup gitti. Böylece içi dışına dışı da içine küstü insanın. Küslük kalkmaz ise başka köprülerin kurulup duramayacağını, yorulacağını, bezeceğini yok saymayı yeğledi… Bu sefer kendisiyle küskün insan diğerleriyle de çabuk küser oldu… Küskünlükse, varolan tüm köprülerin yıkılması demekti. Anladı. Düzeltmeye, yıkılan köprüleri bir bir onarmaya kalktı. Oysa onardıkça tek tek düşüyordu tuğlalar… Dönüp baktı. Koyduğu her taş her tuğla yere düşüyor harç tutmuyordu… Düşündü. Ağladı. Tanrı’ya yalvardı ve bir ses işitti; “Köprü kurmak için köprü olacaksın, lakin kalbinle arandaki sevgi köprüsünü yıkmayacaksın, yoksa harcın sağlam olmaz. Koyduğun her taş elinde kalır. İçin ile dışını barıştır”
Sesin geldiği yere baktı küskün insan. Uzaktan, tarihin sildiği ama silinmeyen, o son sayfadandı yükselen ses… Döndü ve içine -özüne-niyetinesarıldı yeniden…