banner176

BİST
ALTIN
DOLAR
STERLİN
EURO

SEYDİŞEHİR EFSANELERİNDEN BİR ARVAN GAVURU BELMENİN HİKAYESİ (*)

 

20 Mayıs 2024
SEYDİŞEHİR  EFSANELERİNDEN  BİR ARVAN GAVURU BELMENİN HİKAYESİ (*)

Özellikle Suğla Gölü etrafındaki yerleşim bölgelerinde kulaktan kulağa dolaşan  “Arvan Gâvuru” ve “Belme” hikâyelerini mutlaka duymuşunuzdur… Duymayanlar içinse sizlerle paylaşma fırsatı doğdu bugün…

Hafta sonunu değerlendirdiğim Tınastepe Dağı ve Çatmakaya Köyü’nü çevreleyen yükseltiler beni bu hikâyeyi kulaktan dolmada olsa, araştırma ve sizlerle paylaşmaya yöneltti.

Hititler döneminde olması muhtemel bir zamanda, Çatmakaya Köyü’nün bulunduğu yerde, altın işlemeciliği yapılırmış. Burada Arvana  (Arvan Gâvuru) isminde bir de altın işletmecisi bulunduğu belgelerde mevcuttur.

Anlatılan hikâyeye ait yazılı bir belgenin olmaması ve yanılgılara da sebebiyet vermemek için bendeniz de duyduğum kadar ile yoruma da kaçmadan bu hikâyeyi sizlerle paylaşmak istiyorum.

O dönemde Arvan Gavuru Bölgesi’nde bir kıtlık yaşanmış.  İnsanlar bu bölgede yiyecek bulmakta zorlanırlarken,  yine  bu bölgeye  çok yakın  olan bir yerleşke olan Yalıhüyük’te  ise yaşayanlar  ise böyle bir sorunla karşı karşıya değillermiş.

Arvana Bölgesi’nde altın işletmeciliği yapan ve bu yörenin kralı olan şahıs, bölgesinde yaşanan kıtlık sebebi ile, işlediği çuvallar dolusu  altını bir kervan şeklinde  Suğla   Gölü nün doğusunda  bulunan  Yalıhüyük’te  çiftçilik  yapan  şahısa,  tahıl ile değiştirilmek üzere göndermiş.

Aynı gün içerisinde Yalıhüyük’e ulaşan altın taşıyıcılar,  Arvana Bölgesi’ndeki gıda kıtlığından söz edip “kralımız, getirdiğimiz bu altınları  buğday ile  değiştirmemizi istedi…” diyerek sebebi ziyaretlerini çiftçiye aktarmışlar. Ancak Yalıhüyük’lü çiftçi; “altın nedir, ne işe yarar?” bu konulardan bihaberdir… Kendisine getirilen altınlara bakar ve sorar;

“Nedir bunlar ?”

Arvana’lı altın taşıyıcısı izah eder: “Altın, madenlerin en kıymetlisidir. Bir gramı şu kadar para eder.  Bundan;  küpe, yüzük, gerdanlık, bilezik gibi değerli takı eşyaları yapılır, bunun yanı sıra  para  olarak da kullanılır  ve dünyanın her yerinde  de geçerlidir” der.

Çiftçi konuyu pek anlamaz ve altın taşıyıcısına dönüp sorar: “İyi o zaman,  dünyanın her yerinde geçerli ise bizim ahırdaki hayvanlara bir verelim bakalım yiyecekler mi?” diye altının bir kısmını hayvanların batmalarına (hatıl) döker.  Fakat hayvanlar bir kez koklarlar ve kafalarını diğer yana çeviriverirler.Aynı  şekilde kapının önündeki itlere  verir onlarda  yüzüne bakmaz..

Çiftçi de tam bu noktada lafı yapıştırıverir: “Ata verdim at yemedi, ite verdim  it yemedi. Bu altınlar olsa olsa sizin karnınızı doyururlar, bizim işimize yaramaz. Götürün bunu bana gönderene., Ben hayvanların bile beğenip yemediği şeye karşılık zırnık bile bir şey veremem. Bu dediklerimi de gidin kralınıza böylece anlatın” diyerek, kervanı geldikleri gibi gerisin geriye gönderiverir.

Belme …

Bugün  bile  kalıntılarına rastladığımız gerçek bir hikayenin mekanı; Belme…

Doğal hayatın bakir olduğu,  henüz insanlar tarafından kirletilmediği, yer altı ve yer üstü sularının aynı yerde buluştuğu dönemler… Her yerden çağlayanların dökülüp, şalelerin aktığı, düdenlerin suyu çekemediği Suğla’nın gerçek bir göl olduğu  zamanlar…  

Suğla Gölü’nde   biriken  bu sular,  dağın böğründe  yaşayan“Arvan Gavuru”nun   yaşamını devam ettirebilmesi için, her yıl ekip diktiği yerlerden  bir türlü  çekilip gitmiyor.  Gitse de zamansız gidiyor, toprağın ekilip dikilmesine zaman bırakmıyor.

Altın çok ama yağ balığından başkaca da yiyecek bir şey yok. Yalıhüyük’ten altın karşılığı buğday da alamayınca; hizmetçiler, aile, hatta hayvanlar bile aç…

Dağda ekim alanı yok ki ekesin. Her yer ormanlık, taşlık, kayalık…

Ürettiği  altınların karın doyurucu bir yanı da yok…”Tuttuğun altın olsa ne yazar?”

 Ekim yapabileceği toprakların tamamı sular altında. Tek çare kalıyor o da; suyun önünü kesmek… Suyun geldiği buruna bir duvarı set şeklinde yapılacak ve Suğla’yı beseleyen suyun akmasını engelleyecek ve problemi de çözmüş olacak.

Altın kralı;  “ölüm nedir?”, “ahiret nasıl bir şeydir?” bilmiyor.

Ustalarını, işçilerini hizmetçilerini topluyor ve;  “burayı, şuradan şuraya kadar böleceğiz. Tez malzemeyi hazırlayın!  Balta değmemiş ormanlardan,  ardıç ağaçları kesin getirin! Duvar için taşları işleyin,  helikleri toplayın!” diye emrini veriyor.

Bugün ki adı ile Belme inşaatına böylelikle başlanıyor. Aylar ayları, yıllar yılları kovalıyor ve inşaat belli bir noktaya geliyor. Kölelerin başında   Kral’ın civan gibi oğlu işi takip ediyor.

“Çalışın ustalarım! Taş getir, helik getir, ağaç getir!”diye feyli figan bağırıp çağırıyor.

Bir çok köle; taşların, ağaçların altında kalarak yaşama veda ediyor ama Belme inşaatı bir türlü bitmek bilmiyor.Kral ara sıra gelip çalışmaları kontrol ediyor.

Sona yaklaşılırken Kral’ın,  kendisinden sonra malına mülküne, tacına tahtına, servetine, altınlarına sahip çıkacak olan biricik oğlu da çalışma  alanında ölen köleler gibi  kaza geçirip  ölüyor.

Kral’a ölüm haberini ulaştırıyorlar.

“Ölüm nedir?” bilmeyen,  hiç ölmeyeceğini zanneden Kral Arvan Gavuru oğlunun ölüm haberi üzerine; “ ben oldum bin yaş, oğlum  oldu hamtraş… Ölüm  olduğunu  bilseydim    koymazdım taş üstüne taş ”  diyerek Belme inşaatını sonlandırıyor.  Kral,  oğlunun ölümü ile  ölümün ne olduğunu öğrenmiş oluyor ve çok geçmeden kendisi de  ölüyor…

Belme  denilen  o bölge ise, insanlığa   bir  miras,  dilden dile  dolaşan bir efsane  olarak bugüne  kadar   geliyor…

Ne olursa olsun, koskoca bir medeniyeti yok olan Arvan Gavuru’nun sözü kulağa küpe olacak cinsten…

“Ben oldum bin yaş,

Oğlum oldu ham traş…

 Ölüm olduğunu bilseydim;

 Koymazdım taş üstüne taş”

Yöremizin bir hatırlatması ile son verelim mitolojik hikâyemize.

 “Ölüm var hacı, ölüm var!”

 (*)  Yazının   içinde  geçen   Arvan Gavuru   Belme’ile  ilgili   anlatılanlar sadece   büyüklerden dinlediğim şeylerdir..  konuyla alakalı elimize ulaşan herhangi bir belge  yoktur…

Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.