Eskidendi, eskimeyen zamanlardan, dağların dağlara kavuştuğu, insanın insanı anladığı, yürekçe konuşulduğu zamanlardan…
Kız evi naz eviydi elbet. Önce türlü âdetler yerine getirilerek kız istenir. Büyüklerin gönlü alınır, izdivaç için gereken tüm gelenekler sırasıyla ifa edilir ve düğün başlardı. Bazen kırk gün kırk gece süren düğünler, gitmeler gelmeler, yemeler içmeler bir şenlik bir muhabbet bir mutluluk, kız evi ile oğlan evinin törelerinin şanı âlemi tutardı. Hem kız hem de oğlan evi evlatlarının mürüvvetini görmek için ellerinden geldikçe, bütçeleri yettikçe gelenek göreneklerimizi en güzel şekilde yerine getirmeyi boynunun borcu bilir, atalardan kalan törelerini yâd ederlerdi.
İzdivaç geleneklerine bile bakarak o toplumun kültürel ayrıntıları hakkında bilgi elde edilebilirdi. “Harman yel ile düğün el ile.” atasözünden de hareketle Anadolu’da düğünler cümbür cemaat yapılırdı. Dostlar, akrabalar, genç yaşlı, çoluk çocuk buluşur hatta küsler bile düğünü bayram bilip barışırlardı. Kutsiyet atfedilmiş evlilik kurumunun bereketi için herkes el ele verip düğüne hizmet ederdi. “Senin düğününde kalbur ile su taşırım.” derdi büyükler, en meşakkatli günlerde gençlerin yanında olduklarını bildirmek için. Kutsal niyetlerle yola düşülen evlilik birlikteliğine hazırlanan kız ve erkek evleri, kendi üzerlerine düşen âdetleri yerine getirdikçe şan ve şerefleri artar, itibarları perçinlenirdi.
Kız evi naz eviydi elbet! Naz kıza yakışır, nazlanmak kız evinin payına düşerdi. Gelin olacak kızın bekar arkadaşları, analar, bacılar hep bir olur, yazmalar oyalanır, boncuklar tülbentlere çekilir, nakışlar ütülenir, kanaviçeler serilir, basma pazen elbiselikler biçilir, danteller kolalanır, ayna, tarak unutulmaz. Çeyizler saten bohçalara dürülür, kurdele ile bağlandıktan sonra üzerine çatal iğneyle nazar boncuğu iliştirilip gelin sandığına koyulur. Gelinin yeni akrabaları için hediye babında dürülükler de boğ bohça edilip gelin sandığına yerleştirilir. “Bakalım yeni gelinin dürüsünden neler çıkacak.” der, meraklılar, konu komşu, hısım akraba hep bir ağızdan. “Dürü bohçası” hediye götürmenin düğün literatüründeki geleneksel adıdır ve bohçada bulunanlar erkek evine verilen değerin göstergesidir. Kız evi, elinden geldiğince kıymetli hediyeler bohçalayarak erkek evine verdiği değeri kendince, dilince böyle ifade eder. Kız tarafı hem hüzünlü hem de mutludur bu anlarda. Teliyle, duvağıyla kız vermek âdetini yerine getirmenin onurudur yaşadıkları.
Gelin kız, baba evinden gitmeye hazır sandığında bir ömür taşır. Genç kızlığından ölümüne kadar değerli neyi varsa artık bu sandığın içine hikâye olup yazılır. Gelin sandığı bir kızın hüzünlerini, sevinçlerini, hayallerini, umutlarını, heveslerini taşıdığı kadar anne olma, eş olma, gelenek göreneği devam ettirip yuva kurma hayallerini de içinde saklar. Bir Anadolu kadını gelinliği dâhil en değerli şeylerini emniyete almak için çeyiz sandığının ağzına kilit vuracaktır. Bazen kestiği saç beliklerini saklayacak bu sandıkta bazen düğün fotoğraflarını bazen bebek patiklerini, bazen kutsal kitabını ve bayrağını. Velhasıl kadın çeyiz sandığına gönül ziynetlerini saklayacaktır bundan böyle…
Erkek tarafı, düğünden önce gelin kızın çeyizlerini yeni evine götürmek için çeşitli şenlikler eşliğinde kız evine gelir. Burada yemeler, içmeler, sohbetlerden sonra çeyizlikler oğlan tarafının delikanlıları tarafından taşınmaya başlayınca asıl şenlik ortaya çıkar. Gelinin kız arkadaşları veya kardeşleri, çeyiz sandığının üzerine oturur, kalkmak istemezler. Bu Anadolu’muzun en güzel âdetlerinden birisi olan “sandık kurtarma” âdetidir. Genç kızlar sandığın üzerinden kalkmazlar ve oğlan tarafına “Kurtarın bakalım gelinin sandığını” diyerek bahşiş isterler. Sandığı kurtarma işi damadın babası, akrabaları veya sağdıcı tarafından üstlenilir. Gençleri mutlu edecek bahşiş verilinceye kadar sandık kurtulmaz. Sandık kurtarma geleneğinin gerçekleşmesi için kızları gönüllemek gerekir. Bu, bazen bir miktar para bazen de birer elbiselik basma pazenle gerçekleşir. Kızlar bahşişi alınca sandığın üzerinden kalkıp “Haydi hayırlı olsun.” der ve sandığı oğlan tarafına teslim ederler. Böylece sandık kurtulur ve düğün başlar…
Yeni hikâyemizde gelinin kız arkadaşı olmak düşer bahtımıza. Anadolu’nun küçük güzel bir köyünden şehre gelin giden arkadaşımızın, ceviz ağacından yapılmış, el oyması, Maraş usulü çeyiz sandığına oturup türküler yakarız, biraz hüzün çokça mutlulukla. Oğlan tarafı gelince bu hoş âdetin ince detaylarını görmek adına sabırlıca bekleriz.
“Gelinimizin sandığı almaya geldik.” derler hep bir ağızdan.
“Bahşişimizi isteriz. Yoksa sandığımızı vermeyiz!”
“Haydi bakalım kurtaralım sandığı.” deyip isteğimizi sorarlar.
“Eskiler ağzını basma pazenden açarmış. Bize bir tepsi cevizli baklava kârmış.” deyince…
“İstediğiniz bir tepsi cevizli baklava olsun kızlar, yeter ki ağzımız tatlı düğünümüz kutlu olsun.” derler.
Alkışlar eşliğinde oğlan evi kurtarır sandığı ve geriye kutlu bir düğün, güzel bir türkü, avuçlarda gelin kınası kalır…