Eskidendi, eskimeyen zamanlardan, dağların dağlara kavuştuğu, insanın insanı anladığı, yürekçe konuşulduğu zamanlardan. Güzel Anadolu’muzda ne vakit bir izdivaç olsa türlü gelenek zinciriyle taçlandırılır, yeni zamanlara öğüt verircesine aşk ve şevk ile hayata geçirilirdi. Her şeyin yeni bir adımla başlayacağını ilan etmek maksadıyla, izdivaç edecek gençlerin aileleri bu türlü türlü gelenek göreneklerin hepsini bir tamam yerine getirmek için düğüne iştirak edecek, hısım akraba, konu komşu, dost arkadaş kim varsa birer davetiye gönderirlerdi. “Düğünümüz var. Buyurun gelin.” demekti şimdilerde bu ve bir zarf içinde kart üzerine yazı ile yola düşülür. Nazikçe ses eden bu çağrıya uyardı davetliler.
Peki, eski ama eskimeyen zamanlarda türlü geleneklerimiz arasında sayılan “düğün daveti” geleneğinin izdüşümü nedir? Önceki zamanlarda bir düğün daveti nasıl ve ne şekilde yapılıyordu merak ettik ve şöyle bulgulara ulaştık; bir kere eskiden her şeyin özüne önem verilirdi. En samimi şekilde icra edilirdi her ne edilecekse. Düğünler başlı başına kırk gün kırk gece olur ve toy kurulurdu. Herkes kesesine göre ederdi eğlencesini ama samimiyetle ve gönüllüce.
Bohçam dört köşe rengi al
Vardığın yeri saraydan say
Düğünümüz var a dostlar
Okuntumu davetten say
Öylesine bir kartın üzerinde yazıverip bitmiyordu davetiye ve adına “Okunuk-Okuntu Dağıtma” deniliyordu. Öyleyse davet edilen gönül dostunun düğüne okunması neydi? “Söylendim, önemsendim, sayıldım, onurlandırıldım, bu düğünde benim de yerim var, dost sayıldım vb.” anlamlar içeriyordu düğüne okunmak. Adı okuntu ya da okumalık dağıtma idi ama bir bohçanın içine neler konulmuyordu ki öğrenince heyecanım arttı ve eski insanların birbirine verdiği değerin inceliğine hayran kaldım. “Eskidendi ama eskimedi” dedi içimdeki o ilk ses ve bohçaya neler konuluyormuş şöyle bir göz attım. “Gelis Gezen” davet edeceği kapıyı çalıyor; “Felanın düğünü var düğüne buyurun, bu da okuntunuz.” dedikten sonra yeni okuntuluk için yola düşüyordu.
Gelis gezdim elim yüklü
Çeyiz düzdüm yolum büklü
Gelis Gezen: Yani davet gezen, davet götüren kişilerdi. Bu kişiler de hısım akraba veya konu komşuların genç kız ya da oğlanlarından oluşuyordu. “Gelis Getiren” de boş yollanmıyordu. Ev sahibesi yani daveti alan kişi gelisçinin avucuna, evinde ne varsa koyuyordu. Bazen iki yumurta bazen bir tas buğday bazen karışık çerez bazen ala şeker bazen de gönlünden koptuğu kadar üç beş kuruş para. Gelisçi gençler bin mutlulukla yeni gelis evine geçer kimden ne toplamışlar ise o akşam bir araya gelip mahallenin diğer gençleriyle pay ederlerdi. En çok parayı toplayan ertesi gün dondurma ısmarlardı.
Gelis gezdim elimi boş koymayasın
Çeyiz düzdüm muradına tez varasın
Gelisçi gidince evde bulunanlar bohçayı açar, düğün sahibinin kendi hanesini neler ile şereflendirdiğine bakardı. O hâlde şimdi bir okuntu da biz açalım. Bakalım muradına erenlerce bizim bohçamıza neler düşmüş; kenarı dantelli iki peşkir (havlu), iğne oyalı üç yazma, köşesi isimli bir mendil, iki örgü patik, iki yün çorap, Türk işi işli üç kese, şalvarlık bir pazen kumaş, elbiselik bir basma kumaş, iki seccade iki tesbih, kenarına dantel gidilmiş iki namaz örtüsü, evin babasına bir gömlek, oğluna bir gömlek, anasına bir içlik, kızına bir içlik, evin genç kızına bir ipek bir örgü şal, evin genç oğluna kehribar tespih... Böylece köşesi dantelli bohçayı kapatıp çatal iğneyi ağzına vurduktan sonra bize hayırlı olsun demek düştü. Peki, her eve davet giden gelisçi aynı bohçayı mı götürüyor? Elbette ki hayır. Düğün sahibi ekonomik durumuna göre düzüyor bohçayı. Bir de kan bağı, akrabalık ve dostluk önem arz ediyor bu hediyeler koyulurken. Manevi yoklukların çoğaldığı bu dönemde eskinin “Gelis Gezmesi” ve “Okuntu Bohçası” yok! Üzüldük mü? Elbette. Eskimeyen eskileri yâd edip geçip gitmek değil niyet. Niyet eskimizin yenimizden derin olduğunu çocuklarımıza yeniden söylemek… Öyle bir söylemek ki bizim de derin köklerimizin üzerinde yeni dalların filizleneceğini bilmek…
Bohçam pullu deseni çiçek
İki gönül muradına erecek