Bir hikaye, bir olay, bir anekdot, konusu ne olursa olsun farklı anlatım yöntemleriyle anlatılır okuyucuya...
Kimi, anlatacaklarını 'dolaylı biçimde' kimi de 'doğrudan' anlatırlar. Anlattıkları olayların içine kurgu, abartı, heyecan gibi konuları katarak, okuyucuyu konunun içinde tutmaya gayret ederler.
Günlük gazete yazılarında genellikle de son zamanların moda gazetecilik(!) alanı olan sosyal medya mecralarında ise daha çok eleştiri yazılarında konular hep ikinci tekil şahıs yani 'sen' üzerinden ya da üçüncü tekil şahıs yani 'o' üzerinden veyahut ikinci çoğul şahıs yani 'siz' üzerinden veyahut da üçüncü çoğul şahıs yani 'onlar' üzerinden anlatılır.
Demem o ki genellikle kimse kendisinin üzerine toz kondurtmaz. Yanlışı yapan hep 'sen'sindir, 'o'dur, 'siz'sinizdir, 'onlar'dır. Yazar veya hatip, hep bu şahısların hal ve hareketlerinin düzeltilmesi için öğütler verir, gerektiğinde onları azarlarlar, hakaret ederler hatta küfre varacak hitapları tercih ederler. Dedim ya özellikle de sosyal medyada bunu sıkça görüyor, okuyoruz.
Kendisi, kanatlanmıştır ve bembeyaz bulutların üzerinde süzülerek uçan melekler gibidir adeta... Kötü, hep başkasıdır.
Ama anlattığı olay iyi bir konuyu içeriyor ve olayın içinde herkese örnek olacak yapıda bir kahraman varsa eğer, işte o zaman iş değişiverir. O kahraman, yazının her yerinde kendisi oluverir.
Bu defa 'birinci' tekil yani 'ben' ve 'birinci çoğul' yani 'biz' giriverir işin içine...
'Ben bilirim', 'ben demiştim', 'ben hata yapmam', 'ben böyle yaparım', "biz örnek kişileriz' , 'ben, ben ben... Biz, biz, biz' diyerek başlar cümlelerine ve yine 'ben' ve 'biz' diyerek bitirirler cümlelerini... Bu durum, siyasetçilerde daha çok görülen bir tarzdır.
Hâlbuki toplum içinde yanlış yapılan bir konuyu anlatırken olay, kişinin kendisini de işin içine koyarak anlatılmalıdır. “Beşeriz şaşarız,”“hepimiz bu hatayı yapmaya meyilliyiz, ”bu hatayı yapmaya adayız.” şeklinde bir anlatım tarzı seçilmelidir. Hatibin ya da yazarın sürekli olarak "siz şöylesiniz, siz şöyle yapıyorsunuz, siz var ya siz...” şeklinde kurulan cümleleri, dinleyeni ve okuyanı daha yazının ve konunun başında dinlemekten, okumaktan uzaklaştırır ve tepki vermesine sebep olur.
Özellikle imam hatipler, cami cemaatine vaaz ederlerken, öğretmenler öğrencilere ders anlatırlarken, hatipler topluma hitap ederlerken, televizyoncular ve radyocular haber sunalarken hedef kitlesini hedefe koyarlarsa yapılan iş ta başından olumsuz bir yöne doğru evrilir. Sonuçta da salon, alan, meydan, cami boşalmaya, bir daha hitap edilecek bir toplumun ortadan yok olmasına sebep olur.
Ayrıca, bir vaiz camide vaazını verirken ezan 'Allahüekber" der demez konuşmasının son cümlesine noktayı koymalı ve cemaatin huşu içinde ezanı dinlemesine fırsat vermelidir.
Teneffüs zili çaldığında öğretmen de dersi noktalamalı ve devamını diğer derse saklamalıdır.
Hatip,birprogram çerçevesinde konuşma yapıyorsa eğer, kendisine ayrılan zamana asgari bir şekilde riayet etmeli, sözü gereğinden fazla asla uzatmamalıdır.
Tabiki dinleyici de “hatibin konuşmasına katkı yapacağım, soru soracağım” bahanesiyle korsan bir konferansa meyletmemelidir.
Laf lafı açtı bak, hem öğüt verdik hem de ‘öğüdü söğüt yaptık.’ Bu cümleyi de konumuza çok uygun düşmemiş olsa da buraya bir 'süs' olarak sıkıştıralım ki yazımız süslenmiş olsun.
Hoşça yaşayın.