Hani bir deyim vardır ya "doğaya aşık -dağlara aşık" diye, işte öyle bir şey.
Pazar günlerini iple çektiğimiz, kendimizi Rabbimizin verdiği o eşsiz güzelliklerin içine atmak, onlarla haşır neşir olmak neredeyse hayat tarzımız oldu.
Bizi tanıyanlar ve ara sıra paylaştığımız görselleri izleyenler, bizim sürekli olarak dağlarda yaşadığımız zannediyorlar. Halbuki haftada bir gün, sadece Pazar günlerimizi kendimiz dinlendirmeye, günümüz bereketli bir şekilde değerlendirmeye çalışıyoruz o kadar.
Üstelik bunu sadece biz de yapmıyoruz. Özellikle son yıllarda; çalıştığının, alın terinin, emeğinin karşılığını alırcasına ve anasının ak sütü gibi helal etmiş olduğu dinlenme ihtiyacını karşılamak üzere Seydişehirliler, yaz kış demeden mutlaka her Pazar bir başka yere gitmeseler bile şöyle Kuğulu Park’ı mutlaka bir şekilde dolaşırlar, tertemiz havayı solur, doğal güzelliklerle göz banyosu yaparlar.
Torosların bu kadar güzelliklerini sindire sindire seyretmek, kokusunu içine çekmek, görsellerleriyle kalıcı eserler meydana getirebilmek, dört mevsimini anlatmak, böyle bir köşe yazısına değil romanlara sığmayacak konulardır. Allah nasip kısmet eder ise eğer, ileride böyle bir çalışmanın da hayaliyle yanıp tutuşmaktayım.
Ben gördüklerimden, sizlere hangilerini nasıl anlatayım bilmem ki... Yaylaları mı, renk renk çiğdemleri mi, kardelenleri mi, yoksa yaban keçilerini mi? Metrelerce yüksellikte insanın içinin resmini çeken tertemiz kar manzaralarını mı, içimize dolan, değeri parayla pulla biçilemeyen çelik gibi havasını mı, Suğla Gölü manzarasını mı, başka dağları kıskandıracak güzellikteki Küpe’yi mi yoksa dağ kekiklerini mi, hangisini anlatayım?
Bu Pazar, Nisan havası hayalleriyle çıktık dağların başına... Ama eskilerin lafıyla; " kışın en iyi gününe aldanıp yola koyulma, yazın en kötü gününe kanıp yolundan kalma" dedikleri misali ve sabahın gün doğumunu yükseklerde, akşamın gün batımını yine aynı yerde izlemek için hazırlığımızı yapıp düştük yollara. Rengarenk çiğdemlerle karşılaşma hayallerimiz, zirveye ulaştığımızda Nisan karının örtüsü karşılaşmamızla birlikte yıkılır gibi olsa da, hayalini kurduğumuz çiçeklerin kar örtüsünün altındaki başka güzellikleri bizleri farklı duygulara sevk etti. Alacabel bizi bu Nisan böyle karşıladı... Buna da binlerce şükür.
Aşağılarda baharın en güzel ayı olan Nisan’ın Alacabelde hüküm süren diğer yüzü kışın en şiddetlisini yaşatıyordu. Onlarca araç buzdan kayarak birbirine girmiş, Alacabel “geçit vermem” diye çığlık atıyordu. Bu şiddete karşı koymamız mümkün değildi ve bütün uysallığımızla, “Gar Gış Gıyametle” cebelleşmeden ve riske girmeden, dönüp Gölcük Yaylası’na doğru yöneldik. Eriyen kar sularından oluşan pınarları, çiğdemleri, nevruzları izlerken güneş de yüzünü gösteriyor bize...
Gece boyunca yağan kar, saatler içinde kayboluyor. Biz de yolumuza devam ederek; Uçansu, Üzümdere Şelaleri hayalleri kuruyor ve bir an önce, geçen haftalarda gördüğümüz muhteşem görüntülere ulaşmaya çalışıyoruz.
Çetin geçen kışın bu kışın ardından Üzümdere Kalyonu boyunca, mükemmel güzellikleri, tertemiz suyun meydana getirdiği senfoni eşliğinde izlemeye koyuluyoruz.
Kıvrım kıvrım akıp giden suyun bir kenarına konuşlanıp, kara çaydanlığımızı yaktığımız ateşin üzerine koyup, birazdan senfoni eşliğinde yudumlayacağımız çayın hayalini kurarken diğer taraftan da akşamın gecikmesini, günün uzamasını diliyor ama elimizden bir şey gelmediği için de güneşin yine her gün bu saatlerde gizlendiği yere doğru yönelmesine mani olamıyor ama gördüğümüz ve yeyip içtiğimiz nimetlerden dolayı Allahımıza şükrediyoruz
Bir başka pazarın Toroslara çekeceği günü sabırsızlıkla bekliyoruz.
Yazı başka, kışı başka, Toroslar bambaşka